Denizevleri 212. Sokak No:7 Atakum/SAMSUN
+90536 973 4679

1- Bölüm – YA KUTSAL KİTAP YA KURAN! (YOKSA İKİSİ DE DOĞRU OLABİLİR Mİ?) EVET, Kitabı Mukaddes Tanrı Sözü’dür

Kutsal Kitap Tanrı Sözüdür

Bütün yollar Roma’ya çıkar derler. Bütün “kutsal kitaplar” sonuçta aynı şeyi söyler, değil mi? Hepsi Allah tarafından indirilmedi mi? Hepsi Yaradan Tanrı’ya inanmayı ve insanların haklarını yememeyi öğretmiyor mu? Gerçekten de, Kitabı Mukaddes (Kutsal Kitap) ile Kuran arasında önemli bir fark yoksa, Kitabı Mukaddes Allah Sözü müdür değil midir diye tartışmanın hiçbir anlamı yoktur. İkisi aracılığıyla bize aynı gerçekler esinleniyorsa o zaman onların arasından bir seçim yapmak da söz konusu olmaz. “Biz Allah’ın indirdiği bütün kitaplara inanıyoruz” deyip geçebiliriz.

Fakat kitaplar arasındaki durum gerçekten böyle mi acaba? Kuran’la Kutsal Kitap aynı şeyi mi yazıyor? Aralarındaki farklılıklar sadece yüzeysel mi? Yalnız ibadet şekilleri mi değişik? Yoksa daha derin zıtlıklar var mı? Ya birbirinden çok büyük ve önemli farklılıkları varsa? Veya her iki kitabın esas kavramları ve temelleri diğerininkiyle tamamen çelişki içindeyse? O zaman gerçeği arayan kişiler olarak daha derin bir sorunumuz vardır değil mi? İşin sonunda bir karar vermek zorundayız. Çünkü birbirlerine zıt olan iki kavramın, ikisinin de doğru olamayacağı kesindir.

Gerçekten de durum böyledir. Değişik kesimler tarafından Allah Sözü olarak kabul edilen bu iki “kutsal” kitap, birçok ortak noktaları olmakla birlikte, bize çok çok farklı kavramlar vermektedirler. Onları bağdaştırmak mümkün değildir. Yani bu iki mesaj özde farklıdır. Önümüzde iki ayrı yol, hatta iki ayrı Tanrı kavramı vardır. Buna ne diyelim?

İkisi birden doğru olamaz!

İncil’i okuyacak olursak onda Tevrat’tan çok alıntı göreceğiz. Çünkü İncil, Tevrat’ın devamı ve tamamlayacısıdır. Daha önce verilmiş vahiy olan Tevrat’a başvurarak, daha sonra verilmiş olan İncil’in aynı kaynaktan olup olmadığını ölçebiliriz. Böyle bir karşılaştırma yaptığımız zaman İncil’in Tevrat ve Zebur’a tamamen uyduğunu görüyoruz. Tanrı’nın Sözü olarak bu kitaplar mükemmel ve ilahi bir vahiy bütünü oluşturuyor.

Halbuki aynı şekilde Kuran’ı Tevrat ve İncil ile karşılaştırdığınız zaman onun aynı kaynaktan olmadığını görmemek çok zordur. Kuran kendisinden önceki kaynaklardan büyük farklılık gösterir. Buna göre ikisinin de doğru olması kuşkuludur doğrusu.

Bunu bir örnekle açıklayalım. Eski Mısır’da kocaman yontma taşlardan yapılan bir piramidi düşünün. Baş mimar çizdiği planlarda her taşın şeklini ve konacağı yeri gösteriyor. Taş ocağında ustalar her bir taşı baş mimarın planına göre büyük dikkatle kesiyorlar. Sayısız işçiler de böylece hazırlanan taşları inşaat sahasına yavaş yavaş getirip yerine koyuyorlar. Her bir taş aynı plana göre kesildiği için daha önce yerleştirilen taşlara mükemmel bir şekilde uymaktadır. Öyle ki, piramidlerde olduğu gibi kocaman taş kütlelerinin aralıklarına ince bir kağıt bile giremiyor. Şimdi diyelim ki yapı tamamlandıktan sonra piramidin ucuna başka bir baş taşı getiriliyor. Ne olacak? Onu diğer taşlara uydurmak için harcanan bütün çabalar boşa gidecek. Çünkü o taş mimarın planında yer almıyordu ki! Yoksa mimarın planı yanlış mı diyeceğiz? Taş uymadığı halde yapının üstüne konursa bütün yapıyı bozmaz mı? Hele o taşın, piramidi tamamlayan en önemli taş olduğu iddia ediliyorsa…


Tabii ki bu basit bir örnektir. Yine de buna benzer bir şekilde Tanrı’nın Sözü’nü, peş peşe gelen vahiylerden oluşan “bir piramit” olarak düşünebiliriz. Tanrı’nın kendisi mimarıdır. Uzun yüzyıllar boyunca O’nun mükemmel planına göre Kutsal Yazılar sırayla peygamberler aracılığıyla gelmiştir. Bu “vahiy piramidinin” bütün taşları (yazıları) mükemmel bir şekilde tek bir plana göre birbirlerini tam bir uyum içinde bütünlemektedir. Önceden gelen kutsal yazılara uymayan bir yazının aynı “Mimar”dan gelmediği ortadadır. İşte Kutsal Kitap’ın bütün “taşları” birbirlerine uymaktadır. Hatta, İncil’in son kısmı olan “Esinleme” bölümü vahiy piramidinin doruğudur. Ama Kuran, bütün çabalara rağmen bu yapıya uymamaktadır. Yukarıda söz ettiğimiz Kuran’la Kutsal Kitap arasındaki esaslı farklılıklar bu uyumsuzluğu göstermektedir. Öylese bu taş mimarın planına uymadığına göre de yapıda yer alamaz.

İki farklı “Vahiy” Kavramı

Yukarıda verdiğimiz örnekte Kutsal Kitap ile Kuran arasında çok esaslı bir fark ortaya çıkmaktadır. Kutsal Kitap’taki vahiy kavramı Kuran’dakinden çok farklıdır. Kutsal Kitap’a göre Tanrı’nın Sözü olan kitaplar İbrahim’in soyu olan Yahudilere emanet edildi (Bkz. Romalılar 3:2). Bu vahiy (yani Tanrı tarafından bildirilen gerçek) kat kat gelişir. Şöyle ki ilk yazılarla temel konur. Ondan sonra gelen kitaplarla bu yapı kat kat yükseliyor, önceden açıklanan gerçekler daha derinlik kazanıyor. Yani sonradan gelen bölümler önceki bölümleri geçersiz kılmadığı gibi yerini de almıyor. Tersine yan yana durup bir bütün olarak Tanrı’nın planını açıklıyor. Hatta bunlardan bir tanesi bile eksik olsa planın bütünlüğünü kavramamız mümkün değildir.

Halbuki Kuran’dan kaynaklanan vahiy kavramı çok farklıdır: Bütün milletlere ayrı ayrı peygamberler gönderilmiştir (Bkz. Fâtır/35:23-24). Bu nedenle gelen kitaplar aynı genel mesajı tekrarlıyor. Öyle ki, son kitabı bildikten sonra hepsini öğrenmiş oluruz. Bu mantığa dayanarak İslam alimleri, Kuran’ın önceki kitapların hükmünü ortadan kaldırıp onları geçersiz kıldığını ileri sürerler.

Fakat böyle bir kuram, insanı başka çıkmazlara sokmaz mı? Örneğin:

Yahudilere neden bu kadar çok sayıda peygamber ve kitap gönderilmiştir?

Zebur ve İncil neden Tevrat’ın hükmünün ortadan kalkmadığını söylüyor?

Neden Yahudilere gelen peygamberler dışında diğer kavimlere gelen semavi kitapların izi kalmadı? Yoksa çoktanrılı Hindu dininin kutsal kitapları olan “Veda” ile “Bhagavad Gita” da mı Allah’tan geldi?

Sonradan gelip Allah’ın Sözü olduğu iddiasında bulunan kitaplara ne diyelim? Örneğin Bahaî veya Mormon kitapları…

Araplara gelen son bir peygamber kavramı doğruysa sonradan ortaya çıkan kavimlere peygamber gelmeyince bunlar haksızlığa uğramıyor mu? Yoksa herkes Arapça mı öğrenecek (Bkz. Yûsuf/12:2)?

Eğer Kuran’ın önceki kitapları korumak ve doğrulamak için verildiği söylenmeseydi bir sorun kalmazdı. Onu yeni bir din kitabı kabul eder veya kabul etmezdik. Ama Kuran’da şunları okuyoruz:

“Doğrusu Biz yol gösterici ve nurlandırıcı olarak Tevrat’ı indirdik… (Maîde/5:44)

“Tevrat’tan sonra Zebur… Dâvûd’a da Zebur’u verdik…”

(Enbiyâ/21:105; Nisâ/4:163)

“Meryem oğlu Îsâ’yı, ondan önce gelmiş bulunan Tevrat’ı doğrulayarak gönderdik. Ona, yol gösterici, aydınlatıcı olan ve önünde bulunan Tevrat’ı doğrulayan İncîl’i sakınanlara öğüt ve yol gösterici olarak verdik.” (Maîde/5:46)

“Kur’ân’ı önce gelen Kitâb’ı tasdik ederek ve ona şâhid olarak gerçekle sana indirdik.” (Maîde; 5:48)

Böylece Kuran, önce gelen Kitab’ın doğrulayıcısı olarak tanıtıldığı için, biz onu önceki kitaplarla karşılaştırarak hükmetmek zorundayız. Hatta Kuran’da bile bu konuyla ilgili olarak şöyle yazıldı: “İncil sahipleri, O’nda indirdikleri ile hükmetsinler. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar fâsık olanlardır” (Mâide; 5:47).

Bu Sorunun Önemi

Bu bölümde karşılaştırmamızın sonucu olan bu ciddi farklılıkları düzenli bir şekilde ortaya koymaya çalışacağız. Bunu yapmadan bu araştırmanın hayati önemini göremeyiz. Tevrat’ta iki kere tekrarlanan şöyle bir ayet vardır:

“Yol var ki, adamın önünde doğru görünür;

Fakat onun sonu ölüm yollarıdır.”

(Süleyman’ın Meselleri 14:12; 16:25)

Lütfen, Tanrı’nın önündeki sonsuz durumumuzu belirleyecek kadar ciddi konular hakkındaki bilgimiz kulaktan dolma olmasın. Bizlerin ahretteki sonsuz utancı veya sonsuz mutluluğu söz konusudur. Asıl kaynakları biraz da olsa incelemeyelim mi? En azından onları bir kere bile okumadan peşin hüküm getirmeyelim!

Ucuz bir çözüm

Ne yazık ki Kitabı Mukaddes’i biraz bilip onun Kuran’la çeliştiğini gören bazı Müslümanlar bu kaçınılmaz zıtlığa ucuz bir çözüm getirerek; “Tevrat, Zebur ve İncil hak kitaplardır. Fakat hahamlarla papazlar bu kitapları tahrif ettiler. Bugünkü Kitabı Mukaddes Allah’ın Sözü değildir. Bunun için de, Kitabı Mukaddes’in Kuran’la birbirini tutmaması doğaldır. Asıl Tevrat, Zebur ve İncil hakkında bilmemiz gereken her şey Kuran’da bulunur” diyorlar.

Ama önsözde belirttiğimiz ve bundan sonraki bölümlerde göstereceğimiz gibi Kitabı Mukaddes (Kutsal Kitap) Allah’ın Sözü’dür. Onun değiştirildiği iddiası uydurmadır. Çok yaygın olduğu halde sadece bir yalan ve iftiradır. Kutsal Kitap’ın değiştirildiğine dair hiçbir tarihsel kanıt yoktur. Üstelik Kuran’da bile Tevrat veya İncil’in değiştirilmiş olduğunu ileri süren hiçbir ayet de yoktur! Tersine “Allah’ın sözlerini değiştirebilecek yoktur!” (En âm/6:34) ve “Allah’ın sözlerinde hiçbir değişme yoktur!” (Yûnus/10:64) diye ayetler vardır.

Gücü her şeye yeten ulu Tanrı, kendi kutsal Sözünün diğiştirilmesine izin vermez. Tersine, onu korur ve yerine getirir. “Allah, sözünden asla caymayacaktır” (Hacc/22:47). Elimizdeki Tevrat’la İncil sağlam ve güvenilirdir. Onları incelemekle bunu açıkça görebiliriz.

Buyurun, bu karşılaştırma işine başlayalım:

Kutsal Kitap’la Kuran arasındaki esas farklılıklar

Bu farklılıklar öyle çok ki, incelememize nereden başlamalı? Genel olarak konuları on başlık altına toplayabiliriz:

1. Tanrı Kavramı

2. İsa’nın Kimliği

3. İnsan Kavramı

4. Günah ve Kurtuluş Kavramları

5. Şeytan Kavramı

6. İbadet Kavramı

7. Dünyanın Sonu ile Cennet/Cehennem Kavramları

8. Tanrı’nın Egemenliği (Düzeni)

9. Kadının Konumu

10. Tarihsel Çelişkiler

Göreceğimiz gibi hem Kutsal Kitap’ta hem de Kuran’da değinilen bu önemli ve geniş konular hakkındaki öğretiler her iki kitapta çok farklıdır. Bu konuların hepsini sırayla ele alacağız.

1 – Tanrı Kavramı

İlk önce belirtmeliyiz ki birçok konuda Kuran’daki Allah, Kutsal Kitap’ın bize tanıttığı Tanrı’dan pek farklı değildir. Şüphesiz Allah kavramında kitaplar arasında önemli ortak noktalar vardır. Bu gerçeği inkâr etmek istemeyiz. Dahası bizce bu ortak noktalar Mesih İnanlıları ile Müslümanların birbiriyle anlaşabileceği bir diyalog zemini oluşturmalıdır.

Örneğin Kuran’a göre Allah her şeyden önce tektir. “Eşhedü en lâ ilâhe ill’Allah” ifadesi, “Allah’tan başka tapacak yoktur” anlamına gelen kelimei şahadetin ilk bölümü, İslamiyet’in bu temel inancını dile getirmektedir.

Allah’ın tekliğini vurgulayan İhlas sûresi şöyle yazar:

“Ey Muhammed!

De ki O Allah birtektir.

Allah her şeyden müstağnî (doygun, bağımsız, mağrur)

ve her şey O’na muhtaçtır.

O doğurmamış ve doğmamıştır.

Hiçbir şey O’na denk değildir.” (İhlas sûresi/112)

Yine Kuran’ın başka bir yerinde buna benzer sözler yer almaktadır:

“Allah, O’ndan başka tanrı olmayan, kendisini uyuklama ve uyku tutmayan, diri, her an yarattıklarını gözetip durandır. Göklerde olan ve yerde olan ancak O’nundur. O’nun izni olmadan katında şefaat edecek kimdir? Onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir, dilediğinden başka ilminden hiçbir şeyi kavrayamazlar. Hükümranlığı, gökleri ve yeri kaplamıştır, onların gözetilmesi O’na ağır gelmez. O yücedir, büyüktür.” (Bakara/2:255)

Burada önemli bir tartışmamız yoktur. Yaradan Tanrı, tektir, kendiliğinden var olandır, eşsizdir ve benzetilmezdir. Kuran’ın yazılışından bin yıl önce Kutsal Kitap’ta Allah hakkında aynı görkemli gerçek şöyle yazıldı:

“Rab Benim, ve başkası yoktur; Benden başka Allah yoktur”

“Rabbın Ruhuna ölçü koyan, ve öğütçüsü olup ona öğreten kimdir?… O’nun önünde bütün milletler bir hiç gibidir; O’nun için hiçten az ve boş şey sayılır. Öyle ise, Allahı kime benzetiyorsunuz? Ve hangi benzeri onunla denk tutuyorsunuz?”

“Beni kime benzeteceksiniz ki, ben ona musavi olayım?” Kuddûs diyor. “Gözlerinizi yukarı kaldırın, ve görün, bunları (yıldızları) kim yarattı; O ki, bunların ordusunu sayı ile çıkarır; onların hepsini adları ile çağırır; kudretinin büyüklüğünden ötürü onlardan hiçbiri eksilmez. Ebedî Allah, Rab, dünyanın uçlarını yaratan, zayıflamaz ve yorulmaz; onun anlayışının derinliğine erilmez.” (Yeşaya 45:5; 40:14, 17-18, 25-28)

Görüyoruz ki Allah’ın tekliği, gücü, yaratıcılığı v.b. konularında Kuran ile Kutsal Kitap arasında büyük bir fark yoktur. Ancak bu gerçekler Tanrı’ya imanın sadece bir temeli olup insanı Tanrı katında aklamaz. “Sen, Tanrı’nın bir olduğuna inanıyorsun, iyi ediyorsun! Cinler bile inanıyor ve titriyorlar” (Yakup 2:19).

Daha esaslı bir soruya gelmemiz gerekir: Bu tek Allah nasıl bir Tanrıdır? O’nun sıfatları nedir? İslamiyet’te Allah’ın sıfatları genellikle iki gruba ayrılır:

Allah’ın ne olduğunu (Sübûti) dile getiren sıfatlar şunlardır:

· Hayat – Allah, “Diri”dir

· İlim – Allah, “Bilen”dir

· Semi – Allah, “İşitici”dir

· Basar – Allah, “Gören”dir

· İrade – Allah, “Dileyen”dir

· Kudret – Allah, “Güçlü”dür

· Kelâm – Allah, “Konuşan”dır

Allah’ın ne olmadığını (Selbi) dile getiren sıfatlar şunlardır:

· Kıdem – Allah, “Öncesi olmayan”dır

· Bekâ – Allah, “Sonrası olmayan”dır

· Kıyam Bi Nefsihi – Allah, “Yeri-yurdu ve dayanağı olmayan”dır

· Vahdâniyyet – Allah, “Hiçbir şeyi başkasıyla paylaşmayan, ortağı olmayan”dır

· Muhalefetun Lil Havâdis – Allah, “Kendisinin dışındakilere hiçbir biçimde benzemeyen”dir

Tanrı’nın ne olduğunu dile getiren sıfatlara dikkatle bakacak olursak, açıkçası bunlar, en üstün manada kullanılsa bile, sadece çok büyük bir varlığı tanımlamaktadır. Aralarında çok güçlü ve akıllı her hangi bir varlığa atfedilemeyen bir sıfat var mı? Ama bu sıfatların ahlaki bir yönü yoktur. Gücü sınırsız olan bir varlıkla karşı karşıya olduğumuz kesindir. Ama bu varlık kesinlikle şu veya bu şekilde davranacak diyemezsin. İsterse yapar, istemezse yapmaz. Çünkü gücü herşeye yeten bir padişahtan çok farklı değildir. Her şey O’nun mutlak ve keyfi iradesine bağlıdır. Kuran bu kavramı şöyle dile getirir:

“Dileyen, Rabbine giden yolu tutar. Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Doğrusu Allah, bilendir, Hakîm’dir. Dilediğine rahmet eder.” (İnsan/76:29-31)

“Allah’ın izni olmadan hiç kimse inanamaz” (Yûnus/10:100)

Kuran’da sözkonusu olan bu kader kavramının başka bir yönü de çok önemlidir. İslamiyet’in çoğunluğu olan Sünnet Ehli’nin (Sünnîlik) benimsediği genel görüşe göre Allah, hem iyiliğin hem de kötülüğün kaynağıdır. Aşağıdaki alıntı “Hak-Batıl mücâdelesi” konusunda bu düşünceyi çarpıcı bir şekilde ifade eder:

“Gereği gibi düşünüp ibret almamız için Cenab-ı Hak her şeyi karşılıklı olarak çift yaratmıştır (Zâriyat/51:49). Yerle gök, hayatla ölüm, tatlı ile acı, aydınlıkla karanlık, hidayetle sapıklık… Bugün dünyanın neresine giderseniz, iki şeyin, birbirine zıt iki kuvvetin şiddetle çarpıştığını görüsünüz: hak ile bâtıl!”

Demek oluyor ki hayır ve şer Allah’tandır: “Size iyilik ve kötülük veririz” (Enbiyâ/21:35). Kuran’da şöyle ayetler yer almaktadır:

“Şüphesiz Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola eriştirir. (Fâtır/35:8)

“Allah dileseydi, sizi tek bir ümmet yapardı. Ama O, istediğini saptırır, istediğini doğru yola eriştirir.” (Nahl/16:93)

“Allah’ın fitneye düşmesini dilediği kimse için, Allah’a karşı senin elinden bir şey gelmez. İşte onlar Allah’ın, kalplerini arıtmak istemediği kimselerdir… Onlara âhirette de büyük azâb vardır.” (Maîde/5:41)

(Ayrıca bkz. En’âm/6:35; İbrâhîm/14:4; Nahl/16:107-108; Nûr/24:35, 46; Şûrâ/42:44; Münâfikûn/63:6; Müddessir/74:31). Allah’ın verdiği karara göre cehennem dolmalı. Bu nedenle Allah cinleri ve kâfirleri yaratmıştır:

“And olsun ki, cehennem için de birçok cin ve insan yarattık… işte bunlar gâfillerdir” (A’râf/7:179)

“O gün cehenneme: ‘Doldun mu?’ deriz, o: ‘Daha var mı?’ der.” (Kaf/50:30)

“Biz dilesek herkese hidayet (doğru yol) verirdik, fakat cehennemi tamamen cin ve insanlarla dolduracağıma dair Benden söz çıkmıştır.” (Secde/32:13)

İslam dünyasında günde milyonlarca kez kullanılan “İnşallah” sözcüğü bu kader kavramını ifade ediyor. Allah’ın isteği kaderdir. “Müslümanlar için Allah’ın iradesi mutlak, keyfi, karşı koyulmaz ve kaçınılmazdır… Bir melek, bir katil ve bir sinek, yaşamlarının her saniyesinde, aynı derecede Allah’ın isteğini yapmaktadırlar!”

Bu noktada kimi okurlarımız “eğer Kuran’daki Allah gerçekten dediğiniz gibi ise Allah’a aşık olmuş olan Mevlana, Yunus Emre, ve benzerlerine ne dersiniz?” diye sorabilir. Şunu belirtmemiz gerekir ki Tasavvuf, yani Tanrı’nın niteliğini ve evrenin oluşumunu varlık birliği (vahdet-i vücut) anlayışıyla açıklayan İslam mistisizmi, büyük ilâhiyatçıların (örneğin Gazzâlî, Bedevî, Zamakhshari) Kuran tefsirlerinde kaydettikleri Allah kavramına karşı bir nevi isyandı. Çünkü insanın yüreği, yaşayan ve seven bir Tanrı’yı arar. İnsanla yakın ilışkide bulunan kişisel bir Tanrı’yı, zayıflıklarımıza yakınlık duyabilen, ve dualarımızı işitip cevaplayan bir Tanrı’yı arzular. Oysa Kuran’da açıklanan Allah böyle değildir. Bu eksikliğin en şaşırtıcı kanıtı da, sofilerin en hararetli şiirlerinin ortodoks İslâm tarafından kaba kâfirlik olarak reddedilmesidir. Bu yüzden büyük sofiler mistik uygulamalarını Hep Kuran’la bağdaştırmaya çabalamaktadırlar. Kuran’ın ayetlerini sürekli çok mecazi bir şekilde yorumlamak zorundadırlar.

Ama bu kısa bölümde amaçladığımız, bu yorumlara bakmak değildir. Kuran ve Kutsal Kitap’ın açık ifadelerini ele alarak iki kitabın ana hatlarını çizerek aralarındaki farklılıkları ortaya koymak istiyoruz.

Allah’ın ne olmadığını dile getiren sıfatlara gelince insanın O’nu kişisel bir şekilde tanıyamayacağı ortadadır. O’nun hakkında ne düşünürsen Allah kesinlikle o değildir. Hiçbir benzetme kabul edilmez.

Kutsal Kitap’a göre ise insan Tanrı’yı tanımaya ve O’nunla beraberliğe çağrıldı. İnsan bu amaçla yaratıldı. “Sonsuz yaşam, tek gerçek Tanrı olan seni ve gönderdiğin İsa Mesih’i tanımalarıdır” (Yuhanna 17:3). Tanrı, her şeyden çok üstün olduğu halde kendini ve amaçlarını bize açıklamaya razı oldu.

Bu bölümde Kuran’da hemen hemen hiç bulunmayan, Kutsal Kitap’taki Tanrı’nın birkaç sıfatına bakabileceğiz.

1) İlk önce Tanrı’nın eşsiz sevgisi ve lütfu gözümüze çarpar. Kutsal Kitap’a göre “Tanrı sevgidir” (I. Yuh. 4:8, 16). “Tanrı’nın bize olan sevgisini tanımış ve buna inanmışızdır” (I. Yuh. 4:16) diyebilenlere ne mutlu! Bu gerçek, Kutsal Kitap’ın sayısız ayetlerinde açıkça yazılıdır. Örneğin:

“…seni yaratan, sana şekil veren Rab şöyle diyor: Korkma, çünkü seni fidye ile kurtardım; seni adınla çağırdım, sen benimsin… gözümde değerli oldun, ve seni sevdiğim için…” (Yeşaya 43:1,4)

“Evet, seni ebedî sevgi ile sevdim; bundan dolayı seni inayetle kendime çektim” (Yeremya 31:3)

“Tanrı dünyayı o kadar çok sevdi ki…” (Yuhanna 3:16)

Tanrı’nın sevgisi yüreklerimize dökülmüştür.” (Romalılar 5:5)

“Merhameti bol olan Tanrı bizi çok sevdiği için… bize gösterdiği iyilikle, lütfunun sonsuz zenginliğini sergilemek için…” (Efesliler 2:4-7)

“Kurtarıcımız Tanrı, iyiliğini ve insana olan sevgisini açıkça gösterdi.” (Titus 3:4)

Ama Tanrı’nın bize olan sevgisi sadece yazılı olarak açıklanmadı. Kutsal Kitap, Tanrı’nın, sevgisini nasıl eylemle kanıtladığını kaydeden açıklamadır. Yüce Tanrı karşılıksız sevgisini büyük fedakârlıkla kanıtlamıştır:

“Tanrı bize olan sevgisini şununla kanıtlıyor: biz daha günahkârken, Mesih bizim için öldü. ” (Romalılar 5:8)

İşte bu gerçeğin en hayranlık uyandıran yönü budur: Tanrı günahkârları da seviyor. O’nun sevgisi hak edilmez, hatta O’nun sevgisi, O’nun yasalarını ayak altına almış olanları dahi kapsıyor!

Kuran’da ise Allah’ın merhametinin sürekli geçmesine rağmen, sevgisinden çok az söz edilir. Allah sadece kendisini seven mü’minleri sever (Bkz. Mâide/5:54). Fakat “müsrifleri,” “zâlimleri,” “bozguncular;” “âhiret gününe inanmayanları” vesaire “sevmez” (Bkz. A’râf/7:31; Âl-i İmran/3:57; Mâide 5:64; Nisâ/4:38). Burada çok esaslı bir farklılık vardır.

2) Bundan sonra Kutsal Kitap’taki yaşayan Tanrı’nın Güvenilirliği ve Değişmezliğini sıralayabiliriz. O, “Sadık olan Rab”dir (Yeşaya 49:7). Söz verip de yerine getirendir: “Vaadeden Tanrı güvenilirdir” (İbr. 10:23). O hiçbir zaman sözünden caymaz, değişmezdir. Onun inayeti hiçbir zaman azalmaz, tükenmez. Şu ayeti okuyalım:

“Her nimet, her mükemmel armağan, kendisinde değişkenlik ya da döneklik gölgesi olmayan Işıklar Babası’ndan, yukarıdan gelir.” (Yakup 1:17)

Halbuki Kuran, bir yandan “Allah, sözünden asla caymayacaktır” (Hacc/22:47)derken, diğer yandan “bir ayetin yerine başka bir ayetle değiştirdiğimizde…” (Nahl/16:101) ve “her hangi bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya unutturursak, onun yerine daha hayırlısını veya benzerini getiririz” (Bakara/2:106) diyor. Acaba Allah’ın kendi mükemmel vahyinden “daha hayırlısı” ne olabilir? “Allah dilediğini siler, dilediğini bırakır” (Ra’d/13:39; Ayrıca bkz. İsrâ/17:86). Jalalu’d Din, İtkan adlı kitabında bütün yorumcular tarafından ilga edilmiş olarak kabul edilen 20 ayet veriyor. Aşağıdaki listede sekiz örnek vereceğiz:

Değişen buyruk örnekleriilga edilen ayetyerine inen ayet
1. Kıble Kudüs’ten Mekke’ye değişti2:142-144
2. Miras yasası değişti4:74:11

3. Gece yarısı ibadet zorunluluğu kalktı
73:1-473:20

4. Şarap yasağı kesinleşti
2:2195:90
5. Zinakâra uygulanan ceza değişti4:1524:2

6. Kısas izni değişti
2:17817:33
7. Hürmetli aylarda cihad yasağı kalktı9:59:36

8. Oruca dayanamayan için fidye kalktı
2:1842:185
9. İmansızlara tolerans yerine cihad2:2569:5, 29



Kutsal Kitap’a göre ise Tanrı’nın sözü sonsuza dek kalıcıdır (I. Petrus 1:25). “Gök ve yer ortadan kalkmadan, her şey gerçekleşmeden, Kutsal Yasa’dan ufacık bir harf ya da bir nokta bile eksilmeyecektir” (Matta 5:18). Tanrı’nın sadakati ve değişmezliği bunu gerektiriyor.


3) Yukarıda (Yakup 1:17) alıntı yaptığımız ayette değişmez-liğiyle birlikte Tanrı’nın Mutlak İyiliği de görülür. Yani kötülüğün olmasına izin verdiği halde O kötülüğün kaynağı değildir. Şer-i Tanrı yaratmadı. Şeytanı bile kötü yaratmadı, yalnız özgür yarattı. Kutsal Kitap’a göre Tanrı hiç kimseyi saptırmaz. “Tanrı kötülüklerle ayartılmadığı gibi, kendisi de kimseyi ayartmaz. Herkes, kendi kötü arzularıyla sürüklenip aldanarak ayartılır” (Yakup 1:13-14). “Tanrı hiç kimsenin mahvolmasını istemiyor, herkesin tövbeye gelmesini istiyor” (II. Petrus 3:9).

4) Tanrı, her şeyden önce “kutsal”dır, “mukaddes”tir. O, kendisine inananlara şöyle sesleniyor: “Kutsal olun, çünkü Ben kutsalım” (I. Petrus 1:16). O’nun huzurunda duran ve yüzlerini örten en yüce yaratıklar, hakkında sürekli “Kutsal, kutsal, kutsaldır, var olmuş, var olan ve var olacak olan, gücü her şeye yeten Rab Tanrı!” diye çağırıyorlar (Esinleme 4:8; Bkz.Yeşaya 6:3). Kutsallığı, Tanrı’nın bütün niteliklerinin temelidir.

Burada kutsallık kavramını kısaca açıklarsak faydalı olur. Kutsal Kitap “Tanrı ışıktır ve O’nda hiç karanlık yoktur” diyor (I. Yuhanna 1:5). “Işık”, kutsallık, doğruluk ve paklık anlamına gelir. Tanrı “yaklaşılmaz işıkta yaşayan”dır (I. Timoteyus 6:16). “Karanlık” ise kötülüğü çağrıştırıyor. Tanrı’da en ufak bir kötülük lekesi yoktur. Kutsal Tanrı doğruluğu sever ve her türlü kötülükten sürekli nefret eder. Günahı görmezlikten gelmez. O, “kötülüğü görmekten gözleri temiz olan, ve sapıklığa bakamayan” Tanrı’dır (Habakkuk 1:13). O’nun kutsal huzurunda günah lekesi olan kişi kesinlikle duramaz. Bu nedenle O’nun sevgisi sert bir sevgidir: “Rab sevdiğini terbiye eder…Kendisinin kutsallığına ortak olalım diye bizi kendi yararımıza terbiye ediyor” (İbraniler 12:6,10).

Kutsal Kitap bu niteliğe çok ağırlık verirken Kuran’da Allah’ın kutsallığından yalnız bir kere bahsedilir (Haşr/59:23). Ahlakî iç paklık gibi bir kavram da hiç görülmez. Ancak dış temizlik anlamına gelen abdest temizliği görülür.

5) Kutsal Kitap’taki Tanrı, mutlak bir şekilde Adil ve Doğru (Salih) olduğu için hiç kimsenin dinine veya tuttuğu tarafa bakmaz. “Tanrı, insanlar arasında ayrım yapmaz!” (Romalılar 2:11; Galatyalılar 2:6). İnsanın yüreğine bakarak, O’nun düşüncelerini ve amaçlarını da yargılar. Tanrı’nın, peygamberleri Musa ve Davut’a uyguladığı sert cezalar bunu açıkça gösterir (Bkz. Sayılar 20:12; Tesniye 3:23-27; II. Samuel 12:7-23). Tanrı, “suçluyu asla suçsuz çikarmayan” (Çıkış 34:7) ve “bütün dünyanın Hâkimi” olarak adalet yapandır (Tekvin 18:25). Çarmıh olayı özellikle günaha göz yummayan bu adaleti kanıtlar (bunu aşağıdaki Kurtuluş Yolu ile ilgili notlarda açıklayacağız).

Kuran’a gelince: Allah’ın her hangi bir adalet standardına bağlı olmadığı kanaatına varmamak zordur. Örneğin: Allah’tan başka her hangi bir varlığa tapınmak veya secde etmek putperestlik sayılır. Oysa Allah meleklere, “Âdem’e secde edin” dedi, ve İblis’i, Âdem’e secde etmekten kaçındığı için inkâr edenlerden saydı (Bakara/2:34). Allah kendi peygamberlerine, başkalarına yasaklamış olduğu şeyleri yapmalarına izin verir. Muhammed’in dörtten fazla eş almasına verilen özel izin bunun çarpıcı bir örneğidir:

“Ey Peygamber (Muhammed)! Mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah’ın sana ganimet olarak verdiği câriyeleri, seninle berâber hicret eden amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, teyzelerinin kızlarını ve peygamber nikâhlanmayı dilediği takdirde – mü’minlerden ayrı, sırf sana mahsus olmak üzere – kendisinin mehrini peygambere hiba eden mü’min kadını almanı helâl kılmışızdır.” (Ahzâb/33:50)

Başka bir örnek de Muhammed’in evlâtlık oğlu olan Zeyd’in eşini kendi beşinci eşi olarak almasına “vahiy” yoluyla verilen izindir:

“İnsanlardan çekiniyordun; oysa Allah’tan çekinmen daha uygundu. Sonunda Zeyd eşiyle ilgisini kestiğinde onu seninle evlendirdik, ki, evlâtlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde onlarla evlenmek konusunda mü’minlere bir sorumluluk olmadığı bilinsin. Allah’ın buyruğu yerine gelecektir.” (Ahzâb/33:37)

Allah sıradan müminlerin, esasında doğru olmayan şeyleri yapmalarını da göz ardı eder (Bakara/2:225; Mâide/5:89). Sanki Allah insanın karakterine değil de yalnız boyun eğmesine bakar.


6) Tanrı üzüntü duyar mı? Sevinir mi? Kendisinden dönenleri cezalandırırken yüreği sızlar mı? Yoksa buna benzer “duygular”dan üstün mü? Kutsal Kitap’a göre Rab, çok yüce, değişmez ve kutsal olmakla birlikte kıskançtır. Rab’bin Musa’ya söylediği gibi: “Başka ilâha secde kılmayacaksın; çünkü ismi Kıskanç olan Rab kıskanç bir Allah’tır“(Çıkış 34:14; Bkz. Çıkış 20:5; Sayılar 25:11; Tesniye 4:24; 5:9; 6:15; 29:20; 32:16, 21; Hezekyel 8:3-5; 16:38; Zekeriya 1:14; I. Korintliler 10:22; Yakup 4:5).

Tabii ki bu kıskançlık bildiğimiz insansal kıskançlığa benzemez. Bir başkasının malına çocukça göz dikip onu arzulamak veya bir kimse bir üstünlük gösterdiğinde takınılan olumsuz tutum değildir. Bu çok kötü ve zararlı bir duygudur: “kızgınlık gaddardır, öfke de sel gibidir; fakat kıskançlığın önünde kim durabilir?” (Süleymanın Meselleri 27:4) Ama Tanrı’nın kıskançlığı GAYRET anlamına gelir (Bkz. Yeşaya 9:7; 37:32; İbranice’de “gayret” ve “kıskanç” aynı sözcüktür). O’nun gayretli ve değişmez sevgisinden ileri gelen bir kıskançlıktır. Kurtarıp antlaşma yaptığı halkın veya kişinin sadakatsizliğine karşı Tanrı’nın kıskançlığı alevlenir.

Bizim anlayabileceğimiz dille kendisini sadık bir kocaya benzeterek O’nun mükemmel sevgisine karşı gösterilen aldırmazlığı ve sadakatsizliği ruhsal “zina” olarak adlandırıyor: “Memleket (İsrail) Rabbin ardından ayrılarak çok zina ediyor” (Hoşeya 1:2). “Zina eden kadınlara edilen hükümle sana hükmedeceğim; ve senin üzerine kızgınlıkla ve kıskançlıkla kan hükmü getireceğim” (Hezekyel 16:38). Bir koca ne kadar sadık ve iffetli ise karısının sadakatsizliğine de o kadar acıklı şekilde kederlenir, değil mi? İşte, Tanrı’nın İsrail oğullarını, kendisini terkettikleri için cezalandırmak üzereyken yüreği sızladı:

“Ey İsrail, seni nasıl bırakırım?… İçimde yüreğim döndü, acıma duygularım hep birden alevlendi. Çünkü ben Allahım, ve insan değilim; senin ortanda olan Kuddûsum…” (Hoşeya 11:1-9)

Aynı şekilde İsa Mesih Kudüs’e yaklaşıp kenti görünce orası için ağladı:

“Keşke bugün sen de esenliğe giden yolu bilseydin! Ey Kudüs! Peygamberleri öldüren, kendisine gönderilenleri taşlayan Kudüs! Bir tavuk, civcivlerini kanatları altına nasıl toplarsa, ben de kaç kez senin çocuklarını öylece toplamak istedim, ama siz istemediniz.” (Luka 19:42 ile Matta 23:37)

Kutsal Kitap’a göre Tanrı hem üzülür, hem de sevinir. Kaybolan oğluna kavuşan bir baba nasıl coşarsa Tanrı kendisine dönen her günahkâr için büyük sevinç duymaktadır (Bkz. Luka 15). Kuran’da bulunmayan bu görkemli gerçek, Kutsal Yazılarda, Tanrı’nın, kurtardığı kişiler için duyduğu sevinci ortaya koyan, şu harika ayetle ifade edilir:

“Allahın Rab, kuvvetli Kurtarıcı, senin içindedir; senin için çok mesrur (sevinçli) olacaktır; sevgisi içinde susayacaktır; senin için terennümle coşacaktır! (Tsefanya 3:17)


7) Bu örneklerin sonu olarak Tanrı’nın Üçlü Birliğini ele alalım. Kutsal Kitap’a göre Tanrı tektir (Bkz. Tesniye 6:4; Markos 12:29; Galatyalılar 3:20; vb.). Aynı zamanda tek Tanrı üç ayrı bilinç merkezinde (konumda) var olmaktadır. Bir tek cevherde üç benlik mevcuttur. Bunlar Tanrı’nın Özü, Sözü ve Ruhu, veya başka bir deyişle Baba, Oğul ve Kutsal Ruh olarak adlandırılır. Bu adlar üç Tanrı’yı değil, aynı Tanrı’nın üç bilinçli unsurunu ifade etmektedir. Bu gerçek, sınırlı olan zihinlerimizin boyutlarını fazlasıyla aşıyor. Yine de sağdaki kroki biraz da olsa onu anlamamızı sağlayabilir. (Daha ayrıntılı bilgi ve ilgili ayetler için bkz. V. Bölüm, sayfa 188-191.)

Kutsal Kitap boyunca açıklanan bu derin sır Kuran’da çok şiddetli bir şekilde inkâr edilir. “Teslis” olarak bilinen Üçlü Birlik öğretisi “şirk” (Tanrı’ya eş koşmak) olarak tanımlanır. Bu konuya açıkça değinen ayetler Medine devrinin sonunda inmiş olan yalnız iki sûrede bulunur (Nisâ/4:171; Mâide/5:73, 116-117). Bunlardan en çok kullanılan üçüncüsüdür. Şöyle diyor:

Allah, “Ey Meryem oğlu İsâ! Sen mi insanlara ‘Beni ve annemi Allah’tan başka iki tanrı olarak benimseyin’ dedin” demişti de, “Hâşâ, hak olmayan sözü söylemek bana yaraşmaz; eğer söylemişsem, şüphesiz Sen onu bilirsin, ben Senin içinde olanı bilmem; doğrusu görülmeyeni bilen ancak Sensin” demişti. (Mâide/5:116-117)

Hemen çok önemli bir nokta dikkatimizi çeker: Kuran Hristiyanlıktaki Üçlü Birlik inancını üç ayrı tanrı olarak anlatmaktadır. Hatta söz konusu üç tanrının Baba Allah, İsa, ve İsa’nın annesi Meryem olduğunu yazmaktadır. Halbuki Kuran’da iddia edilenin aksine Hırıstiyanlar böyle bir teslise asla inanmamışlardır. Meryem’e aşırı ve yanlış saygı gösterenler bile Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’tan oluşan bir üçlü birliğe inanıyorlar. Ama mezheplerin inandıkları bir yana Kutsal Kitap’ta böyle bir saçmalık yer almaz Tersine, erkeğe varmamış olan Meryem, kendisinden doğacak olan Mesih’le ilgili haber aldığında şöyle dedi: “Canım Rab’bi ulular; ruhum, Kurtarıcım Tanrı sayesinde sevinçle coşar. Çünkü O, sıradan biri olan kuluyla ilgilendi… Güçlü Olan, benim için büyük işler yaptı. O’nun adı kutsaldır” (Luka 1:46-49).

Tanrı’nın tekliği ve üçlü birliği konusunda bazı çelişkilerin böyle yanlış anlamalardan kaynaklandığı kesindir. Bu konuda Kuran ile Kutsal Kitap arasında çok büyük ve çok önemli fark vardır.

Bu konu dahilinde Kutsal Ruh’un kimliği geçiyor. Kısaca Kutsal Kitap’a göre Kutsal Ruh (Ruhülkudüs), Tanrı’nın kendi ezeli-ebedi Ruhu’dur ve Kitap boyunca O’ndan bu şekilde söz edilir. Ama Kuran’da geçen “Rûhü’l-Kudüs” ismi (Nahl/16:102; Bakara/2:87, 253) genellikle melek Cebrâil olarak yorumlanmaktadır. Aslında bazı ayetleri bu şekilde yorumlamak çok zordur. Örneğin Secde/32:9’da Âdem’i “şekillendirip rûhundan ona üfleyen” Allah’tan söz edilir (Ayrıca bkz. Hicr/15:28-29; Sad/38:72).

Tanrı kavramındaki farklılıklar şöyle özetlenebilir. Kutsal Kitap’a göre Kuran’da bulunan Allah kavramında ve ilişik kavramlarda şu dört büyük eksiklik vardır:

1. Tanrı’nın “göksel Babalığı” yoktur. Ancak mutlak güç ve irade Allahı’dır.

2. Sevgi sıfatı hemen hemen hiç yoktur.

3. Allah mutlak ve değişmez bir şekilde adil değildir.

4. Allah’ın sıfatları arasında uyum eksiktir.

Şimdi diğer konulara geçelim.

2 – İsa’nın kimliği

Yukarıda değindiğimiz Üçlü Birlik tartışmasının en şiddetli cephesi İsa’nın kimliği olması gerekir.

Kuran İsa hakkında, başka hiç kimse için söylemediği bazı ilginç şeyler söylemektedir. Örneğin Kuran’a göre İsa…

· olağanüstü bir şekilde doğdu (Tahrim/66:12; Meryem/19:19-21)

· bebekken konuştu (Meryem/19:29-30)

· olağanüstü bilgiye sahipti (Âl’i İmrân/3:49)

· her yerde mübârektir (Meryem/19:30-33)

· Kutsal Ruh tarafından desteklendi ve Allah’tan bir Ruh’tur (Bakara/2:87, 253; Nisâ/4:171)

· Allah’ın Sözü’dür (Nisâ/4:171; Âl’i İmrân/3:39, 45)

· yaratma gücüne sahipti (Mâide/5:110)

· iyileştirme ve ölümden diriltme gücüne sahipti (Âl’i İmrân/3:49)

· öldü, Allah’a yükseldi, diridir ve kıyamet gününde gelecek (Âl’i İmrân/3:55; Meryem/19:32-34; Zuhruf/43:61)

“Ey İsâ! Ben seni eceline yetireceğim, seni Kendime yükselteceğim, inkâr edenlerden seni tertemiz ayıracağım; sana uyanları, kıyâmet gününe kadar, inkâr edenlerin üstünde tutacağım.” (Âl’i İmrân/3:55)

Fakat bunlara rağmen Kuran’a göre, İsa sadece ve sadece bir peygamberdir (Nisâ/4:171; Mâide/5:78; Zuhruf/43:59).

Kuran’da İsa (ve yalnız İsa), en az sekiz kez “Mesih” olarak adlandırılır (Âl-i İmran/3:45; Nisâ/4:157, 172; Mâide/5:17, 72; Tevbe/9:30, 31). “Meshedilen” anlamına gelen bu unvan, Kutsal Kitap’ta çok anlamlı bir kavramdır. Fakat Kuran’da, Mesih kavramının manası tamamen ortadan kaldırılmıştır. Orada anlamı belirtilmemiş bir unvan olarak İsa adına eklenmiştir. Oysa Kutsal Kitap’a göre “Mesih”, Tanrı tarafından seçilen, asırlar boyunca beklenen, bütün peygamberler tarafından tanıklık edilip, hatta Rab diye seslenilen, kurban olarak ölmesiyle insanları Tanrı’yla barıştıran, kıyâmet gününde ölülerle dirileri yargılayacak ve sonsuzluklar boyunca egemenlik sürecek olan dünyanın Kurtarıcısı’dır (Bkz. V. Bölüm, s. 199-200).

Bir gün İsa, öğrencilerine şunu sordu:

“Halk, İnsanoğlu’nun (kendisi) kim olduğunu söylüyor?”

Öğrencileri şu karşılığı verdiler:

“Kimi Vaftizci Yahya, kimi İlyas, kimileri de Yeremya ya da peygamberlerden biri olduğunu söylüyor.”

İsa onlara, “Ya siz” dedi, “ben kimim dersiniz?”

Simun Petrus, “Sen, yaşayan Tanrı’nın Oğlu Mesih’sin” cevabını verdi.

İsa ona, “Ne mutlu sana, Yunus oğlu Simun!” dedi. “Bu sırrı sana açan insan değil, göklerdeki Babamdır.” (Matta 16:13-17)

Kutsal Kitap’a göre İsa Mesih, Tanrı’nın ezeli-ebedi biricik Oğlu’dur. O, başlangıçta var olan Tanrı’nın özünden doğan Kelâm’dir. İki bin yıl önce bu sonsuz Söz, yüceliğinden soyunarak bedene bürünüp insan oldu ve insanlar arasında otuz üç sene yaşadı (Bkz. Yuhanna 1:1-14, vb). Çarmıh üzerinde öldü, gömüldü, üç gün sonra ölümden dirildi ve şu anda göklerde yaşayan Efendimiz olarak tüm insanlık üzerinde bütün yetki O’na verildi.

İşte, “İlk ve Son Ben’im” (Esin. 1:17) diyen İsa’nın kimliği konusunda Kuran ve Kutsal Kitap arasında oldukça büyük bir fark vardır.


3 – İnsan kavramı

İnsan yaşamının anlamı nedir? Biz neden bu dünyadayız? Kutsal Kitap’ın ilk bölümünde bu sorunun anlamı şöyle yazıldı:

“Allah dedi: ‘Suretimizde, benzeyişimize göre insan yapalım…’ Ve Allah insanı kendi suretinde yarattı, onu erkek ve dişi olarak yarattı.” (Tekvin 1:26-27)

Yani insan, Tanrı’nın kendi benzeyişinde yaratılmıştır. Bunun için ister erkek ister kadın, her insan çok değerlidir. Bunun için de insanı öldürmek, hatta insana sövmek bile çok yanlıştır! (Tekvin 9:6; Yakup 3:9).

Ama Tanrı’nın benzeyişinde yaratılmak ne demektir? Bu bir küfür değil mi? Hayır. Bu fiziksel bir benzeyiş değildir. İnsan her şeyden önce ruhsal bir varlıktır, çünkü Kutsal Kitap’a göre “Tanrı Ruh’tur” (Yuhanna 4:24). İnsan hayvanlardan çok daha üstün olup Tanrı’yla derin, içli-dışlı bir ilişki için yaratılmıştır. Ona sevgi, akıl, yaratıcılık ve doğruluk gibi nitelikler verildi. Bir erkek ile bir kadın olarak birlikte Tanrı’nın benzeyişini yansıtacaklardı. Evlilik bağında birbirine yapışacak, ikisi “tek bir beden” olacaklardı (Tekvin 2:24; Matta 19:6).

Ayrıca Tanrı, insanı sorumlu olarak yarattı, onu bereketlendirdi ve yaradılış üzerine görevlendirdi (Tekvin 1:26, 28; Mezmur 8:4-8). Kuran, Tekvin 1:26’ya benzer bir ifadeyle bunu doğrulamaktadır: “Rabbin meleklere, ‘Ben yeryüzünde bir halîfe var edeceğim’ demişti” (Bakara/2:30; ayrıca En’âm/6:165). Onlara özgür bir irade ve seçme kabiliyeti verdi, ve verdiği kararlar için hesap vereceklerdi (Tekvin 2:15-17).

Böylece insanın yaşam amacı esasında Tanrı’yla müthiş bir beraberliktir. O’nu bütün yürekle, bütün canla, bütün akılla ve bütün güçle sevmektir. Bunun yanı sıra Tanrı’nın benzeyişinde yaratılmış olan diğer insanları da “kendin” gibi sevmektir (Bkz. Markos 12:29-31). Amacımız, sevgili çocuklar olarak benzerliğinde yaratılmış olduğumuz göksel Babamızı örnek alarak yaşamamızdır (Matta 5:48; Efesliler 5:1-2). Kutsal Kitap, Tanrı’nın birçok “oğul”u kendi yanındaki sonsuz yüceliğe erdirmekte olduğunu söylüyor (İbraniler 2:10). O’nun “evlat edindikleri” olarak kendisinin kutsallığına ortak olacaklar (İbraniler 12:10).

Kuran’a göre ise “Cinleri ve insanları ancak Bana kulluk (ibadet) etmeleri için yaratmışımdır” (Zâriyât/51:56). İnsanın yeryüzünde bulunması bir imtihan veya denemedir (Bkz. Ankebût/29:3; vb.). “İnsânoğlunu, zorluklara katlanacak şekilde yarattık” (Beled/90:4). İnsan Allah’ın kuludur ve yapacağı her şey önceden belirlenmiştir: “her insanın boynuna işlediklerini dolarız” (İsrâ/17:13). Kulun Allah’ın varlığı ile tekliğine inanması, ve O’nun isteğine sürekli boyun eğmesi her şeyden önemlidir. Allah ona merhametle bakar: “insan zayıf yaratılmış olduğundan Allah sizden yükü hafifletmek ister” (Nisâ/4:28). Ama “insanın, Tanrı’nın iradesine mutlak bir şekilde teslim olmakla bekleyebileceği tek şey, Tanrı’nın merhametine kavuşmak ve sadık kulları arasında sayılmaktır.”3

Kutsal Kitap’a göre insan, Tanrı’nın benzeyişine göre yaratılıp O’nunla sevgi beraberliğine çağrıldı. Kuran’da bu yoktur. Böylece insanın, Tanrı’nın sadece kölesi değil, ama O’nun “dostu” ve “çocuğu” olabilmesi, Kutsal Kitap ile Kuran arasında büyük ve anlamlı bir farktır.


4 – Günah ve Kurtuluş kavramları

Kutsal Kitap der ki: “Allah insanı doğru yarattı; fakat onlar çok düzenler aradılar” (Vaiz 7:29). İlk atamız Âdem, yenmesi yasaklanmış olan iyilik ve kötülük bilme ağacından yediği an Tanrı’nın ona söylemiş olduğu uyarı gerçekleşti: “ondan yediğin günde mutlaka öleceksin” (Tekvin 2:17). Bu acı olay bizi etkiledi mi? Yoksa “her koyun kendi bacağından asılır” sözünde olduğu gibi hiç etkilemedi mi? Kuran’a göre bu olayın bizi etkilediği yoktur.

Ama Kutsal Kitap’a göre bu ilk günah bizi çok etkilemiştir. Orada durumumuz şöyle açıklanır:

“Günah bir insan yoluyla, ölüm de günah yoluyla dünyaya girdi. Böylece ölüm bütün insanlara yayıldı. Çünkü hepsi günah işledi…

Yazılmış olduğu gibi:

‘Doğru olan kimse yok, bir kişi bile yoktur.

Anlayan kimse yok,

Tanrı’yı arayan kimse yok.

Hepsi yoldan saptılar,

birlikte yararsız oldular.

İyilik eden yok, bir kişi bile yoktur…’

Hiç ayrım yoktur. Çünkü herkes günah işledi ve Tanrı’nın yüceliğinden yoksun kaldı.” (Romalılar 5:12; 3:10-23)

Kutsal Kitap’a göre insanlığın babası tarafından işlenen ilk günah her insanın yüreğine günah tohumunu ekti. Âdem’in bütün oğulları günaha eğilimlidir. Tanrı’nın kutsallığı önünde kendi yüreğini dürüstçe araştıran kişi şöyle itiraf etmek zorundadır: “İçimde iyiyi yapmaya istek var, ama güç yoktur. İstediğim iyi şeyi yapmıyorum, istemediğim kötü şeyi yapıyorum” (Romalılar 7:18-19). Aramızda düşünceleri tamamen temiz olan var mıdır? Hangi birimiz kimsenin görmediği anlarda yaptıklarımızın başkaları tarafından bilinmesini ister?

Dünyanın durumuna bakınca insanlığın perişanlığı ortadadır. Hiçbirimiz Cennet Bahçe’sinde doğmayız artık. Yaşam zorluklarla doludur. Her kıtada doğal felâketler, kıtlıklar ve hastalıklar yüzünden binlerce insan ölmektedir. Dünya tarihi, insanların birbirlerine karşı düşmanlık tarihidir. Dünyanın halifesi olarak ona boyun eğmesi gereken hayvanlar insanı parçalayıp öldürürler. Herkes ölüme maruz kalmaktadır. İnsanlık üzerindeki ruhsal karanlık, insanları kör edip Tanrı’yı bulmak için binbir dini arayışa sokmuştur.

Bütün yaradılış İsa Mesih’in ikinci gelişini, yani Tanrı’nın eski çağlardan beri peygamberlerinin ağzından bildirdiği gibi, her şeyin yeniden düzenleneceği zamanı büyük özlemle bekliyor. Çünkü Âdem’in günaha düşüşü ile birlikte “yaradılış amaçsızlığa teslim edilmiştir… bütün yaradılışın inleyip doğum ağrısı çektiğini biliriz” (Romalılar 8:20-22).

İsa Mesih hariç, peygamberler dahil olmak üzere tüm insanlar günahlıdır. İşlediğimiz bu günahlar ve içinde yaşadığımız suçlar bizi kutsal Tanrı’dan ayırmıştır. “Sizinle Allah’ınız arasına fesatlarınız ayrılık koydu, ve suçlarınız O’nun yüzünü sizden gizledi de sizi işitmiyor” (Yeşaya 59:2). Âdem, meyveden yediği zaman fiziksel olarak hemen ölmediyse de ruhsal olarak öldü. Yani yaşam kaynağı olan Tanrı’dan kopup ayrıldı. Üstelik gövdesinden kopan bir dal nasıl solarsa, insan da fiziksel ölüme mahkûm kaldı.

V. Bölüm’de göstereceğimiz tapınak örneğinde Tanrı, günahlı insanın Kendisine yaklaşması için bir yol hazırlamıştır. Bu kurtuluş yolu Kutsal Kitap boyunca açıkça bildirilir. İsa Mesih, Tanrı’nın herkes için atadığı tek Kurtarıcı’dır. O günahlara karşılık ölerek dünyayı Tanrı’yla barıştırdı. Ölümden dirilmiş olarak, Kendisine inanan kişiye, Tanrı’nın karşılıksız armağanı olarak sonsuz yaşam veriyor. Onların günahlarını bağışlatan kurban olup sürekli şafaat ederek onları tamamen kurtarıyor. Bu kurtuluş, kutsal ayetlerle şöyle özetlenir:

“İşte, tek bir suç (Âdem’in günahı) bütün insanların mahkûmiyetine yol açtığı gibi, bir doğruluk eylemi (İsa’nın kendisini herkes için fidye olarak sunması) de bütün insanlara yaşam veren aklanmayı sağladı. Bir adamın (Âdem) sözdinlemezliği yüzünden birçoğu günahkâr kılındığı gibi, yine bir adamın (İsa Mesih) söz dinlemesiyle birçoğu doğru kılınacaktır.” (Romalılar 5:18-19)

İşte, Tanrı’nın başlangıçtan beri öngördüğü, insanları günahtan kurtarış budur. Mesih İnanlıları kurtulmak için değil, kurtuldukları için iyi işler yaparlar. Ama bu kurtarışta bizim iyi işlerimizin hiç katkısı yoktur:

“Merhameti bol olan Tanrı bizi çok sevdiği için, suçlarımızdan ötürü ölü olduğumuz halde, bizi Mesih’le birlikte yaşama kavuşturdu. … İman yoluyla, O’nun lütfuyla kurtuldunuz. Bu sizin başarınız değil, Tanrı’nın armağanıdır. Kimse övünmesin diye iyi işlerin sonucu değildir. Çünkü biz, Tanrı’nın önceden hazırladığı iyi işlerin yolunda yürüyelim diye Mesih İsa’da yaratılmış olarak Tanrı’nın eseriyiz.” (Efesliler 2:4-10)

“Tanrı’nın bütün insanlara kurtuluş sağlayan lütfu ortaya çıkmıştır… Bu arada, mübarek ümidimizin gerçekleşmesini, ulu Tanrı ve Kurtarıcımız İsa Mesih’in yücelik içinde gelmesini bekliyoruz. Mesih, bizi her suçtan kurtarmak, arıtıp kendisine ait ve iyilik etmekte gayretli bir halk yapmak için kendini bizim uğrumuza feda etti.” (Titus 2:11-14)

Kuran’a gelince durum çok farklıdır. İlk önce görüyoruz ki Kuran, “Allah’ın insanlara yaratılışta verdiği (fitra) dîn”den söz ediyor (Bkz. Rûm/30:30). Birçok yorumculara göre bu ayet, her bir insanın müslüman olarak doğduğu anlamına gelmektedir. “Her can ölümü tadacaktır…”, fakat bu kesinlikle Âdem’in işlediği suçla ilgili olmadan Allah’ın insanları ölümlü kılmasından kaynaklanır (Bkz. Enbiyâ/21:34-35; Tîn/95:4-5).

Kuran’a göre insanların, işledikleri günahları silmek için sevap kazanmaları gerekir: “Doğrusu iyilikler kötülükleri giderir” (Hûd/11:114). Kuran’da kesin kurtuluş kavramı yoktur (Arapçası “naja” olan “kurtuluş” sözcüğü yalnız bir kere bulunur: Mü’min/40:41). Ancak kişi tövbe edip hayırlı işler yaparak cennete gitme ihtimalini arttırmaya çalışır:

“Ancak tövbe eden, inanıp yararlı iş işleyenlerin, işte Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir.” (Furkân/25:70)

Böylece Müslümanlar değişik hayırlı işleri yaparak günahlarının bağışlanacağını ummaktadırlar. Örneğin bazı kesimlerce Allah adını anıp, söyleyerek yapılan zikir adındaki ibadete çok önem verilir. Kuran’da şöyle der: “…ezan okunduğu zaman Allah’ı anmaya koşun… Allah’ı çok anın (zikredin) ki saâdete (kurtuluşa) erişesiniz” (Cuma/62:10). Ebû Hüreyre, Muhammed’in şöyle söylediğini naklediyor:

“Bir kimse her namazın arkasından otuz üç kez Sübhânallah otuz üç kez Elhamdülillâh ve otuz üç kez Allahüekber der de yüz sayısını Lâ ilâhe illâllah vahdehü lâ şeriykeleh lehülmülkü ve lehülhamdü ve hüve alâ külli şey’in kadiyr diyerek tamamlarsa onun günahları deniz köpüğü kadar çok olsa da mutlaka bağışlanır.”

Ama günahın esasında ne olduğu, nereden kaynaklandığı ve insanları nasıl etkilediği konularında Kuran fazla bir şey söylemez. Büyük ve küçük günahlardan söz edilir: “Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı örter ve sizi şerefli bir yere yerleştiririz” (Nisâ/4:31; Bkz. Necm/53:31-32). Ama bunların ne oldukları üzerinde sayısız yorumlar vardır.

Aslında günah o kadar önemli bir sorun değildir. “İçinizden kasdederek yaptıklarınız bir yana, yanılmalarınızda size bir sorumluluk (günah) yoktur” (Ahzâb/33:5). Önemli olan kelimei şahadeti getirmek, Müslüman olmaktır. Çünkü “Allah bağışlayandır, acıyandır”. Her sûrenin başında zaten “Bismi’llâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm” (yani “merhamet eden, acıyan Allah’ın isminde”) yazar.

Günahların Allah tarafından bağışlanması için verilen bazı şartlar vardır. Örneğin:

1. Allah’ın peygamberine itaat etmek (Â’li İmran/3:31; Ahkâf/46:31; Hadîd/57:28; Nûh/71:3-4)

2. İslâm’a dönmek, namaz kılmak, zekât vermek, vb. (Tevbe/9:5; Hucurât/49:14)

3. Hayırlı işler yapmak (Bakara/2:271; Tagabûn/64:17; Tevbe/9:100). Bu kavramın çarpıcı bir örneği şudur:

“Eğer Allah’a güzel bir ödünç takdîminde bulunursanız, onu sizin için kat kat yapar ve sizi bağışlar. Allah, şükran karşılığını verendir; Hâlim’dir.” (Tagabûn/64:17)

Kutsal Kitap’taki kurtuluş planında, Tanrı’nın mutlak adaleti ve büyük lütfu buluşmaktadır. “İnayet ve hakikat kavuştular; salâh ve selâmet öpüştüler!” (Mezmur 85:10). Mesih’in çarmıhtaki ölümüyle Tanrı adaletinin gerektirdiği gibi dünyanın günahlarını cezalandırdı (günahın ücreti ölümdür). Mesih gönüllü olarak bizim günahlarımızı yüklendi, Tanrı’nın gazabına uğrayıp öldü. Aynı olayda Tanrı’nın bize olan sevgisini kanıtladı. Biz Tanrı’yı sevmiş değildik, ama O bizi sevdi ve Mesihini günahlarımızı bağışlatan kurban olarak dünyaya gönderdi:

“Herkes günah işledi ve Tanrı’nın yüceliğinden yoksun kaldı. İnsanlar, İsa Mesih’te olan kurtuluşla, Tanrı’nın lütfuyla, karşılıksız olarak aklanırlar. Tanrı Mesih’i, kanına olan imanla günahların bağışlanması için kurban olarak sundu ve böylece adaletini gösterdi. Bunu, adil kalmak ve İsa’ya iman edeni aklamak için kendi adaletini göstermek amacıyla yaptı.”(Romalılar 3:23-26)

Halbuki Kuran’da lütuf ve gerçek buluşmuyor, doğruluk ve selamet öpüşmüyor. Allah, bir günahkârı bağışlamak için ya Kendi yasalarını ilga eder ya da işlenen suçu cezasız bırakarak geçer. Ne Bedel, ne Aracı ne de Kefaret vardır. Aksine Kuran’da İsa’nın çarmıhta ölmediği yazılıyor:

“Bu, bir de inkârlarından Meryem’e büyük bir iftirâda bulunmalarından ve ‘Meryem Oğlu İsâ Mesîh’i – Allah’ın elçisi – öldürdük’ demelerinden ötürüdür. Oysa onu öldürmediler ve asmadılar, fakat onlara öyle göründü. Ayrılığa düştükleri şeyde doğrusu şüphededirler, bu husustaki bilgileri ancak sanıya uymaktan ibârettir, kesin olarak onu öldürmediler, bilâkis Allah onu kendi katına yükseltti.” (Nisâ/4:156-158)

İşte günahtan kurtuluş konusunda esas farklılık budur. Bütün Kutsal Kitap’ın tanıklık ettiği Mesih’in Tanrı Kuzusu olarak çarmıhta ölmesi, Kuran’da yer almamaktadırı hatta inkâr edilmektedir.


5 – Şeytan kavramı

Tanrı’ya inananların düşmanı olan İblis (Şeytan) her ne kadar hem Kutsal Kitap’ta hem de Kuran’da bulunuyorsa da, bu zatın ortaya çıkışı ve gücü ile ilgili bazı önemli farklılıklar vardır.

Kuran’a göre Allah meleklere “Âdem’e secde edin” diye emretti (Bakara/2:34). Melekler secde ettiler fakat İblis “cinlerdendi, Rab’binin emrinden (dışarı) çıkıp”, Âdem’e secde etmeyi reddettiği için inkârcı oldu (Bakara/2:34; Kehf/18:50). Buna karşın Kutsal Kitap en üstün meleklerden biri olan Şeytan’ın Tanrı gibi olmak istediği için cennetten kovulduğunu bildirir (Bkz. Yeşaya 14:12-17; Hezekyel 28:11-19). Rab ona şöyle seslendi:

“Ey parlak yıldız, seherin oğlu (İblis, Lusifer), göklerden nasıl düştün!… nasıl yere yıkıldın! Ve kendi yüreğinde derdin: Göklere çıkacağım, tahtımı Allahın yıldızları üzerine yükselteceğim… bulutların yüksek yerleri üzerine çıkacağım, kendimi Yüce Allah gibi edeceğim. Fakat ölüler diyarına, çukurun en derinine indirileceksin.” (Yeşaya 14:12-17)

İnsanı “meleklerden biraz aşağı” yaratmış olan Tanrı, meleklere, insana secde etmelerini buyurmaz (Bkz. Mezmur 8:4-8; İbraniler 2:6-8). O, kimseyi Kendisinden başka hiçbir varlığa ibadet ettirmez.

İkinci önemli farklılık Kuran’ın, “Şeytan’ın hilesi zayıftır” demesindedir (Nisâ/4:76). Çünkü Kutsal Kitap’a göre Şeytan, yalanın babası olan Ayartıcı’dır (Matta 4:3), bu sapık dünyanın şimdiki “egemeni” ve “bu çağın ilahı”dır (Yuhanna 12:30; II. Korintliler 4:4) ve “tüm dünyayı saptıran o eski yılandır” (Esinleme 12:9). Yani onun hilesi hiç de zayıf değildir.

Fakat burada belirtmemiz gereken bir gerçek vardır: Kutsal Kitap’a göre insan, işlediği günahların suçunu Şeytan’a yükleyemez. Şeytan’ın çok güçlü olmasına rağmen Kitap’ın dediği gibi, “Herkes, kendi kötü arzularıyla sürüklenip aldanarak ayartılır. Sonra arzu gebe kalınca günah doğurur. Günah olgunlaşınca da ölüm getirir” (Yakup 1:14-15).

İsa’nın dünyaya gelmesinin amaçlarından biri İblis’in yaptıklarına son vermek, onları çözüp dağıtmaktı (I. Yuhanna 3:8). Bunu özellikle çarmıhta ölüp, ölümden dirilerek yaptı. İnsanları kurtarmak için Tanrı’nın etkili Sözü olan İsa Mesih,

“ölüm gücüne sahip olanı, yani İblis’i, ölüm aracılığıyla etkisiz hale getirmek üzere onlarla aynı insan yapısını aldı. Bunu, yaşamları boyunca ölüm korkusu yüzünden köle olmuş olanların hepsini özgür kılmak için yaptı.” (İbraniler 2:14-15)

Bu nedenle İsa, müjdeleme görevini sürdürürken hep Şeytan’ın yardımcıları, kötü ruhlarla karşılaşıyordu. Onlar O’nu hemen tanırdı, şöyle bağırırlardı: “Ey Nasıralı İsa, bizden ne istiyorsun? Bizi mahvetmeye mi geldin? Senin kim olduğunu biliyorum, Tanrı’nın Kutsalısın sen!” (Markos 1:24). O da onları tam yetkiyle azarlayarak kovardı.

Kuran’a göre Şeytan ilk insan çiftinin ayağını kaydırttığında, Allah Âdem ile Havva arasına düşmanlık koydu (Bakara/2:36). Fakat Kutsal Kitap olayı çok farklı açıklıyor. Âdem’le Havva günah işledikten sonra Tanrı, her ikisine ve Şeytan’a ayrı ayrı seslenip, ayrı ayrı ceza verdi. Şeytan’a şöyle konuştu:

“Seninle kadın arasına, ve senin zürriyetinle onun zürriyeti arasına düşmanlık koyacağım; O senin başına saldıracak, ve sen onun topuğuna saldıracaksın.” (Tekvin 3:15)

Bu ayette insanlığın bütün tarihi özetleniyor. Düşmanlık erkek ile kadın arasında değil, Şeytan ile İnanlılar arasındadır. Kadının zürriyeti olan Mesih, çarmıhtaki zaferiyle Şeytan’ın başına ölümcül bir darbe indirdi. Aynı zaman Şeytan, Yahuda’yı Mesih’e ihanet ettirerek, Yahudi din liderlerinin yüreklerini kıskançlıkla ve gerçekten nefretle doldurup İsa’yı çarmıha gerdirterek İsa’nın “topuğuna saldırdı.” Fakat İsa, ölümden dirilerek Şeytan’ı tümüyle yendi.

Bu nedenle Mesih İnanlıları da Mesih sayesinde Kötü olanı yenmiş bulunuyor. Artık kendilerini şer güçlerinden korumak için çeşitli muskalar, tılsımlar ve boncuklara başvurmazlar. Onların içlerindeki Tanrı’nın Ruh’unun, Şeytan’dan çok üstün olduğunu bilerek ve Tanrı’ya sığınarak İblis’e karşı dururlar, o da onlardan kaçar (I. Yuhanna 4:4; Yakup 4:7).


6 – İbâdet kavramı

Türkçe “İbâdet” sözcüğü aslında Arapça “abd” (köle) sözcüğünden türemiştir. Kuran’a göre insan ancak bunun için yaratılmıştır (Zâriyât/51:56). Kuran’daki ibadet (Tanrı’ya tapma ve kulluk etme) kavramı, insanın Allah’la olan bir ilişkisinden çok, vermesi gereken bir hizmet, ödemesi gereken bir borcu içeriyor. Kelime-i şehadet’ten başka ibadet, dört temel koşulu yerine getirmekle gerçekleşir: bedenle yapılan namaz ve oruç, malla yapılan zekât ve hem beden hem de malla yapılan hac. Bunlar farzdır (Nisâ/4:103) ve hadise göre ibadetin kesintisizi hayırlıdır. 6

Ayrıca Kuran’a göre, Allah adını söyleyerek yapılan “anma” ve “söyleme” anlamındaki zikir, ibadetlerin en büyüğüdür (Ankebut/29:45). Besmele çekmek gibi âdetler ve tasavvuf tarikatlarının sayısız zikir biçimleri bundan kaynaklanırlar.

Kutsal Kitap’a gelince Tanrı’nın inananlardan en çok istediği sevgidir: “Tanrın olan Rab’bi bütün yüreğinle, bütün canınla, bütün aklınla ve bütün gücünle sev!” (Markos 12:30). Her şeyden önce Tanrı’yla içli dışılı bir ilişkidir. İbadetin her hangi bir şekli olmayıp Tanrı’ya “ruhsal kurbanlar” sunmak olarak tanımlanır:

“Kendinizi Tanrı’ya diri, kutsal, O’nu hoşnut eden kurbanlar olarak sunmanız için Tanrı’nın merhameti uğruna size yalvarırım. Ruhsal tapınışınız budur. Bu çağın gidişine uymayın; Tanrı’nın iyi, hoş ve mükemmel isteğinin ne olduğunu ayırt etmek için düşüncenizin yenilenmesiyle değişin.” (Romalılar 12:1-2)

“Bu nedenle İsa’nın aracılığıyla Tanrı’ya sürekli övgü kurbanlarını, yani O’nun adını açıkça anan dudakların meyvesini sunalım. İyilik yapmayı ve sizde olanı başkalarıyla paylaşmayı unutmayın. Çünkü Tanrı bu tür kurbanlardan hoşnut olur.”(İbraniler 13:15-16)

“Allah’ın kurbanları kırılmış ruhtur.” (Mezmur 51:17)

“Böylece, Tanrı’nın kutsal ve sevgili seçilmişleri olarak yürekten sevecenliği, iyiliği, alçakgönüllülüğü, sabır ve yumuşaklığı giyinin. Birbirinize hoşgörülü davranın. Eğer birinizin ötekinden bir şikâyeti varsa, Rab’bin sizi bağışladığı gibi, siz de birbirinizi bağışlayın. Bunların hepsinin üzerine yetkin birliğin bağı olan sevgiyi giyinin. Mesih’in esenliği yüreklerinizde hakem olsun. Bir bedenin üyeleri olarak bu esenliğe çağrıldınız. Şükredenler olun! Mesih’in sözü tüm zenginliğiyle içinizde yaşasın. Tüm bilgelikle birbirinize öğretin, öğüt verin, mezmurlar, ilahiler ve ruhsal ezgiler söyleyerek yüreklerinizde şükranla Tanrı’ya nağmeler yükseltin. Söylediğiniz ve yaptığınız her şeyi Rab İsa’nın adıyla, O’nun aracılığıyla Baba Tanrı’ya şükrederek yapın!” (Koloseliler 3:12-17)

Bununla birlikte Mesih İnanlıları hem şahsen, hem toplulukça dua eder, Tanrı’nın Sözünü okur ve dinler, Rab’bin Sofrası denen kutlamayı yapar, sadaka verir, oruç tutar, ilahiler söyler (Bkz. Matta 6:1-18; Elçilerin İşleri 2:42; I. Korintliler 11:17-34). Ama burada vurgulamak istediğimiz nokta şudur ki, bedenle veya malla yapılan ibadet esas önemli olan değildir. Çünkü Tanrı şekilci değildir. Yüreğe bakan Tanrı, “kendisine ruhta ve gerçekte tapınanları arıyor” (Yuhanna 4:23-24). Gerçeği bilmek istemeyen kişinin ibadeti kabul edilmez. “Kim şeriatı (Rab’bin Sözünü) dinlemekten kulağını çevirirse, onun duası da mekruhtur.” (Süleymanın Meselleri 28:9) Yani Tanrı’nın Sözü olan Kutsal Kitap’ı dinlemek istemeyen kişinin duaları ve ibadetleri Rabbe iğrenç gelir.

Bu nedenle Tanrı’nın kabul edeceği ibadet, gösteriş için insanların gözü önünde yapılmaz. Yaptığımız doğru işler (örneğin: sadaka vermek, dua etmek, oruç tutmak) gizlilik içinde yapılmalıdır. Bu konuda İsa Mesih öğrencilerine şöyle buyurdu:

“Dua ettiğiniz zaman ikiyüzlüler gibi olmayın! Onlar, herkes kendilerini görsün diye havralarda ve caddelerin köşe başlarında dikilip dua etmekten zevk alırlar. Size doğrusunu söyleyeyim, onlar ödüllerini almışlardır! Siz ise, dua edeceğiniz zaman odanıza girip kapıyı örtün ve gizlide olan Babanıza dua edin. Gizlilik içinde yapılanı gören Babanız da sizi ödüllendirecektir. Dua ettiğinizde, putperestler gibi boş sözler tekrarlayıp durmayın. Onlar, söz kalabalığıyla seslerini duyurabileceklerini sanırlar. Siz onlara benzemeyin! Çünkü Babanız, nelere gereksinmeniz olduğunu daha siz O’ndan dilemeden önce bilir.”(Matta 6:5-8)

Son olarak şunu belirtmemiz yerinde olur: Kutsal Kitap’a göre insan ibadet etmekle kurtulmaz, yüreğini temizleyemez. Ancak yüreği Mesih’in kurbanı ve aracılığı sayesinde temizlenmiş bulunan bir kişi, Tanrı’yı hoşnut edecek şekilde tapınabilir:

“Sonsuz Ruh aracılığıyla kendini lekesiz olarak Tanrı’ya sunmuş olan Mesih’in kanının, diri Tanrı’ya kulluk edebilmeniz için vicdanınızı ölü işlerden temizleyecektir… Buna göre yüreklerimiz kötü vicdandan arınmış olarak… imanın verdiği tam güvenceyle, yürekten bir içtenlikle Tanrı’ya yaklaşalım.” (İbraniler 9:14; 10:22)

7 – Dünyanın sonu ile cennet/cehennem kavramları

Bu konuda, hepsinde olduğu gibi Kutsal Kitap ile Kuran arasında bazı önemli ortak noktalar vardır. İkisi de bu dünyanın sonundan ve bir yargı gününden söz eder. İkisi de her insanın ölümden dirilip Tanrı’ya hesap vereceğini sık sık söyler. İkisi de insanların sonsuza dek ya acı çekecek ya da huzur içinde yaşayacak oldukları bir cehennem ile cennetten bahseder. Yine de bazı esas farklılıklardan söz etmemek mümkün değildir.

1) Kuran’a göre Allah, herkesin cehenneme uğrayacağına dair karar vermiştir: “Sizden cehenneme uğramayacak yoktur. Bu Rabbinin, yapmayı üzerine aldığı kesinleşmiş bir hükümdür” (Meryem/19:71). Ayrıca bazılarının daha sonra cehennemden çıkabilecekleri ima edilmektedir (Bkz. En’am/6:128; Hûd/11:106-107). Kutsal Kitap’ta durum farklıdır. Mesih sayesinde kurtulanlar cehenneme asla uğramayacak ve cehenneme girenler oradan asla çıkmayacaktır. (Bkz. Danyel 12:1-2; Matta 25:46; Esinleme 14:9-11; Ayrıca daha ayrıntılı bilgi için bkz. V. Bölüm, s. 206-207)

2) Kuran‘a göre cennetin erkeklere yönelik zevklerinden biri cinsel ilişkilerdir: “Onları iri siyah gözlü hurilerle eşlendiririz” (Duhân/44:54; bkz. Bakara/2:25; Nisâ/4:57; Yâsin/36:55-56; Saffat/37:48-49; Sâd/38:52; Rahmân/55:54-56; , Vakıa/56:22-24; v.b.). Kutsal Kitap ise cennette ne seksin ne de evliliğin olmayacağını açıkça belirtir:

“Ne Kutsal Yazıları ne de Tanrı’nın gücünü biliyorsunuz. Yanılmanızın nedeni de bu değil mi? İnsanlar ölümden dirilince ne evlenir ne evlendirilir… Bu çağın insanları evlenip evlendirilirler. Ama gelecek çağa ve ölülerin dirilişine erişmeye layık görülenler ne evlenir, ne evlendirilir. Bir daha ölmeleri de söz konusu değildir. Çünkü meleklere benzerler ve dirilişin çocukları olarak Tanrı’nın çocuklarıdırlar.”(Markos 12:24-25; Luka 20:34-36)

Aslında bu konuya daha kapsamlı açıdan bakmak gerekir. Kuran’daki cennet kavramı mü’minlere, cinsel ilişkiler dışında daha birçok bedensel zevk vaat etmektedir: “Doğrusu o gün cennetlikler eğlenceyle meşguldürler. Onlar ve eşleri gölgeliklerde, tahtlar üzerine yaslanmışlardır. Orada meyveler ve istedikleri onlarındır” (Yâ-sîn/36:55-57). “Ölümsüz gençler yanlarında, baş ağrısı ve dönmesi vermeyen bembeyaz bir kaynaktan doldurulmuş kâseler, ibrikler, kadehler; seçecekleri meyveler, arzulayacakları kuş eti ile dolaşırlar” (Vâkıa/56:17-21). “Orada… içenlere zevk veren şarap ırmakları… vardır” (Muhammed/47:15). Kısacası Kuran’a göre dünyada haram olan bir sürü şey cennette yapılacaktır.

Kutsal Kitap’ta cennet hakkında çizilen resim bundan oldukça farklıdır. Orada Rab’bin huzurunda ruhsal sevinç söz konusudur. “Varlığınla beni sevinçle dolduracaksın” (Mezmur 16:11). Tanrı’yla birlikte olmanın yüceliği ve O’nun ev halkı olarak Kendisine günah engeli olmaksızın tapınmak, hizmet etmek Mesih İnanlısının ümididir: “Kurtarıcımız tek Tanrı… sizi kendi yüce huzuruna büyük sevinç içinde lekesiz olarak çıkaracak güçtedir” (Yahuda 24). Mesih İnanlıları olarak “Tanrı’nın vaadine göre, doğruluğun barınacağı yeni gökleri ve yeni yer yüzünü bekliyoruz” (II. Petrus 3:13).

Dirilmiş olan İnanlılar, yüce ruhsal, çürümez, görkemli bedenler alacaklardır (I. Korintliler 15:42-44). Şimdiden Tanrı’nın çocukları olarak kendisine karşı savaştığımız günahın varlığından kurtulmayı ve Rab’bi görmeyi arzuluyorlar. “Mesih göründüğü zaman O’na benzer olacağımızı biliyoruz. Çünkü O’nu olduğu gibi göreceğiz” (I. Yuhanna 3:2).

3) İstikbal kimindir? Kutsal Kitap’a göre her şeyin Mesih’in ikinci gelişine bağlıdır. O büyük görkem içinde bütün melekleriyle birlikte, kendi halkını yanına almaya ve dünyayı yargılamak için dönecektir (Bkz. I. Selanikliler 4:13-18; II. Selanikliler 1:6-8). Ölüler O’nun sesini işitince mezarlarından çıkacaklar (Yuhanna 5:28). Dirilerle ölüleri yargılayacak olan O’dur (II. Timoteyus 4:1). Sonsuzluklar boyunca egemenlik sürecek olan O’dur. Göklerin Egemenliğine kimin gireceği konusunda karar verecek O’dur (Matta 7:21-23; 25:31-46). Hatta Tanrı, “zaman dolunca gerçekleştireceği tasarıya göre, yerdeki ve gökteki tüm varlıkları Mesih’te birleştirecek” (Efesliler 1:10). Tanrı’nın bu görkemli tasarısı Kuran’da yoktur.


8 – Tanrı’nın Egemenliği (Düzeni)

Bazen Müslüman arkadaşlarımız İncil’i, dünyayı düzenleyecek bir şeriatı getirmemekle suçluyorlar. Gerçekten de İncil’de onların alıştıkları türde bir şeriat yoktur. Bu yüzden Tanrı’nın Kutsal Kitap’ta açıklanan çağlar programını bilmeyene bu büyük bir eksiklik olarak gelebilir.

Tanrı kendi Egemenliğini bütün yeryüzünde kuracağına söz vermiştir: “Kendimle and ettim: Her diz önümde çökecek, her dil bana and edecek, diye söz ağzımdan çıktı ve geri dönmez” (Yeşaya 45:23). Yeryüzündeki bütün krallıkları yok edip ebedi bir krallık kuracak (Bkz. Danyel 2:44; 7:13-14, 27). Tanrı’nın Egemenliği’nin kralı da Tanrı’nın Mesihi’dir (Bkz. Mezmur 2; Luka 1:32-33; Esinleme 19:6 – 20:4; v.b.). Ama bu egemenlik ancak Mesih’in ikinci gelişiyle kurulacaktır. İsa Mesih ölümden dirilip göğe alındıktan sonra Tanrı O’na “Ben düşmanlarını senin ayaklarının altına serinceye dek, sağımda otur” demiştir (Mezmur 110:1; Bkz. Elçilerin İşleri 2:34-35; İbraniler10:12-13). Ancak o zaman her şey yeniden düzenlenecektir. İşte bütün yaradılışın inleyerek beklediği huzur dönemi o zaman başlayacak.

O zamana kadar ise var olan dünyasal “krallıklar” devam edecektir. Bu çağda Tanrı’nın halkına olan buyruk şudur: “Herkes, altında bulunduğu yönetime boyun eğsin. Çünkü Tanrı’dan olmayan yönetim yoktur. Var olanlar Tanrı tarafından kurulmuştur. Bu nedenle, yönetime karşı direnen, Tanrı’nın düzenlediğine karşı gelmiş olur” (Romalılar 13:1-2). Bu uzun dönemde Tanrı’nın Egemenliği yalnız inanan kişilerin yüreklerinde gözle görülmez bir şekilde kurulmaktadır. İnanlılar, başka insanların bu ruhsal egemenliğe girebilmesi için Tanrı’nın lütfunu açıklayan müjdeyi bütün uluslara bildirmekle yükümlüdürler. Ama bunu herhangi bir silahlı güce başvurmadan, daha doğrusu sevgiyle yapmak zorundadırlar. Efendilerini savunmaya kalkan öğrencilerine düşmanlarını sevmeyi öğreten İsa Mesih’in şu sözüne göre yaşayacaklar: “Kılıcını yerine koy… Kılıcı çekenlerin hepsi kılıçla ölecek…” (Matta 26:52).

Tanrı’nın buyurduklarına karşı gelmediği müddetçe ulusların yönetimlerine boyun eğer, hatta siyasi yapıyı etkilemek amacında olmadan en verimli ve güvenilir vatandaşlar olmaya çalışırlar. Lâiklik kavramının kaynağı olan İsa’nın “Sezar’ın hakkını Sezar’a, Tanrı’nın hakkını Tanrı’ya verin” sözündeki ilkeye bağlı olarak “vergi hakkı olana vergiyi, gümrük hakkı olana gümrüğü, ve saygı hakkı olana saygıyı, herkese hakkını” verirler (Matta 22:21; Romalılar 13:7). Devletin üst yöneticileri için dua ederek ve toplumda örnek bir yaşam sürdürerek, İsa Mesih’in ifade ettiği “yeryüzünün tuzu” ve “dünyanın ışığı” olurlar (Matta 5:13-14; Bkz. Filipililer 2:14-15; I. Timoteyus 2:1-2). Dünyadaki efendilerinin her sözünü dinlerler. Bunu sırf insanları hoşnut etmek isteyenler gibi göze hoş görünen hizmetle değil, saf yürekle, Rab korkusuyla, Rab’den sonsuz yaşam alacağını bilerek, her ne yaparsalar, insanlar için değil, Rab için yapar gibi candan yaparlar (Bkz. Koloseliler 3:22-24). “Çünkü Tanrı’nın Egemenliği, doğruluk, esenlik ve Kutsal Ruh’ta sevinçtir” (Romalılar 14:17).

Yukarıda açıkladığımız ilkeler Kuran’dakilerle çok çelişkilidir. Kuran’da Allah için savaşmak (cihad) ve düşmanlara karşı öç almak teşvik edilir. Hoş görüyü buyuran bir ayette “Dinde zorlama yoktur” (Bakara 2:256) diye yazılmasına rağmen daha sonra gelen birçok ayet, Müslümanlara din için savaşmalarını buyurmaktadır:

“Ey Peygamber, Mü’minleri savaş için coştur!” (Enfâl/8:65)

“Savaş, – hoşunuza gitmediği halde – size farz kılındı.” (Bakara/2:216)

“… Eğer sizden uzak durmazlar, barış teklifi etmezler ve sizden el çekmezlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün… Düşman milleti kovalamaktan gevşeklik göstermeyin.”

(Nisâ/4:91, 104)

“Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dîni kalana kadar onlarla savaşın.” (Enfâl/8:39)

“Puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayıp hapsedin… Eğer tevbe eder, namaz kılar ve zekât verirlerse yollarını serbest bırakın… Yeminlerini bozan, peygamberi sürgüne göndermeye azmeden bir toplumla savaşmanız gerekmez mi?” (Tevbe/9:5, 13)

“Kitap verilenlerden, Allah’a, âhiret gününe inanmayan, Allah’ın ve peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dînini dîn edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye (Müslüman olmayanlardan alınan vergi) verene kadar savaşın.” (Tevbe/9:29)

“Ey Peygamber! İnkârcılarla ve ikiyüzlülerle savaş; onlara karşı sert davran.” (Tahrîm/66:9)

“Ey inananlar! Yakınınızda bulunan inkârcılarla savaşın.”(Tevbe/9:123)

Kuran’a göre cihad sırasında ölenler (şehitler) büyük bir ödül, hatta verdikleri canları ve mallarına karşılık olarak cennette olma hakkını alacaklardır:

“Dünyâ hayâtı yerine âhireti alanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır, öldürülür veyâ gâlib gelirse, Biz ona büyük ecir vereceğiz.” (Nisâ/4:74)

“Allah şüphesiz, Allah yolunda savaşıp, öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını – Tevrat, İncil (nerede?!) ve Kuran’da söz verilmiş bir hak olarak – cennete karşılık almıştır.” (Tevbe/9:111)

“…onlar müslüman olana kadar savaşmaya çağrılacaksınız; eğer itaat ederseniz, Allah size güzel ecir verir…” (Feth/48:16)

“Allah yolunda canlarınızla, mallarınızla cihad edersiniz… Böyle yaparsanız, Allah günahlarınızı size bağışlar, sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere… koyar.” (Saf/61:11-12)

Yukarıda verilen ayetlerden anlaşıldığı gibi Kuran (en azından klasik Sünnî görüşüne göre) sonuçta İslam’dan başka bir yönetime müsaade etmez. “Sen, inkârcılara boyun eğme (uyma), onlara karşı olanca gücünle savaş” diye buyuruyor (Furkân/25:52). Buna göre dünya, İslam ülkeleri olan Dâr-ül-islâm ve Müslüman egemenliği altına girmediğinden ötürü bir savaş alanı olarak kabul edilen Dâr-ül-harb diye ikiye bölünür.

Devlet işlerini dinden ayrı tutan lâiklik kavramı Kuran’da yer almıyor. Kuran, onda İslam yönetimiyle, hukukuyla ilgili “hüküm” ayetlerinin bulunduğunu söyler (Bkz. Nisâ/4:65; En’am/6:89; Âl’i İmran/3:79). “İslâm dinine göre hüküm (yargı ve buyruk) sadece Tanrı’ya ve Peygamberine özgüdür… Şeriat hukukunda yargıç da bundan ötürü Kuran’a (Tanrı hükmü) ve hadîslere (Peygamber hükmü) göre yargılar ve yargısını saptar.” Bu yüzden dünyevi yönetimlere vergi ödememek gibi “suçlar”, genellikle Tanrı’ya karşı günah olarak görülmez.

Sonuç olarak bu konuyu şöyle özetleyebiliriz: Kutsal Kitap’a göre İsa Mesih tekrar gelinceye kadar, bütün devletlerde yaşayan Tanrı’nın halkı varolan yönetimlere söylenmeden ve çekişmeden boyun eğeceklerdir. Kuran’a göre ise, Tanrı’nın halkı olan Müslümanlar Muhammed’i inkâr eden yönetimlere boyun eğmeyip tersine, onlara karşı var güçleriyle savaşacaklardır.


9 – Kadının konumu

Kadın ve evlilik konularına gelince iki kitap arasında gene çarpıcı farklılıklarla karşı karşıyayız. Kuran’a göre kadınlar erkeklerden aşağıdır, onlarla eşit değerde değillerdir. Hatta Muhammed’in sözleri olarak kabul edilen Hadîs’lerde kadınlar gerçekten aşağılık bir yaratık olarak görülmektedir. Örnek olarak şunları verebiliriz:

“Kadınlar insanın karşısına (yoksa erkeğin karşısına mı?) şeytân gibi çıkarlar.”

“Kadınlar arasında sâliha kadın, yüz tane siyah karga arasında alaca karga gibidir.”

“Kadın eğe kemiği gibidir. Onu doğrultmak istersen kırarsın. Onu kendi haline bırak ve eğriliğiyle ondan faydalanmaya bak.”

“Uğursuzluk üç şeyde vardır: Karı’da, ev’de, ve at’da.”

“Kadın, eşek ve kara köpek namazı bozar.”

“Benden sonra erkeklere kadınlardan daha zararlı fitne ve fesad olarak hiçbir şey bırakmadım.”

“Bana Cehennem halkı gösterildi; çoğunluğu kadınlardı… cehennemin kapısında durdum, oraya girenlerin çoğu kadınlardı…”

“Bir kimsenin bir kimseye secde etmesini emredecek olsaydım, herhalde kadının kocasına secde etmesini emrederdim.”

Bunun gibi daha fazla örnek vermek mümkündür fakat asıl amacımızın Kutsal Kitap ile Kuran (Hadîsler değil) arasındaki farklılıkları araştırmak olduğu için Kuran’daki ayetlerle yetineceğiz. Sadece şunu itiraf etmek gerekiyor ki eğer yukarıdaki hadisler insanı erkek ve dişi olarak yaratan Allah’ın kadınlar hakkındaki yorumunu gerçekten ifade etseydi kadınlar gerçekten acınacak kişiler olurlardı!

Fakat Kutsal Kitap’a göre kadın, her yönden erkekle eş değerdedir. Bunun en çarpıcı ve çekici örneğini Mesih açıkladı. Yeryüzündeyken İsa Mesih toplumun bütün kadın-erkek ayrımını oluşturan kalıpları kırdı. Havarileri olarak on iki erkek seçmekle birlikte en yakın öğrencileri arasında birçok kadın vardı. O dönemdeki Yahudi din liderlerini şaşırtan bir şekilde İsa, ayırım yapmadan veya kadınların akıllarını eksik görmeden, en derin öğretişlerini onlara da açıklardı.

Örneğin, bir gün Meryem (İsa’nın annesi değil) adında öğrencisi İsa’nın “ayakları dibine oturmuş O’nun konuşmasını dinliyordu.” Ablası Marta ise hizmet işlerinin çokluğundan ötürü Meryem’i kendisine yardım etsin diye İsa’ya şikayet ediyordu. İsa ona “Gerekli olan tek bir şey var. Meryem iyi olanı seçmiştir ve bu kendisinden alınmayacaktır!” dedi (Luka 10:30-42). Ölümden dirildiği zaman İsa ilk önce havarilerinkinden daha büyük imana sahip olan kadın öğrencilerine göründü (Matta 28:8-10; Markos 16:9-11; Yuhanna 20:1-18). Her yönden kadının erkekle eş değerde olduğu görülür.

Kadınların konumunu aşağıdaki beş başlıkta daha ayrıntılı bir şekilde etüt edebiliriz.

1) YARADILIŞ

Kuran’a göre “erkeklerin kadınlardan bir üstün derecesi vardır” (Bakara/2:228). Yani İslam’ın evlenme (“Teehhül”) hukukunda kadınlar erkeklere göre daha aşağı bir derecede görülürler. Kuran’a göre iki kadının tanıklığı bir erkeğin tanıklığına bedeldir. (Bkz Bakara/2:282). Peki neden? Buharî ve Müslim gibi kaynakların bildirdiği bir hadîse göre, bu ayetin nedenini soran bazı kadınlara Muhammed şöyle demiş: “İşte bu aklınızın eksikliğindendir.”17 Aynı hadîse göre, kadınların dini de eksiktir demiş peygamber, çünkü âdet gördüğü zaman namaz kılmaz ve oruç tutmaz. Yani bu dinsel eksikliğin kanıtı olarak Muhammed kadınlara, Allah’ın onları “hayızlı (âdet görür) şekilde” yaratmış olduğunu hatırlatmış. Buna benzer bir şekilde miras alma bakımından da kadının mirastan aldığı pay, erkeğin payının yarısıdır (Bkz. Nisâ/4:11, 176).

Kuran’ın bazı ayetleri kadın-erkek ayrımı yapmadan ikisinin cennete gidebileceği şeklinde bildirir (Bkz. Nahl/16:97; Tevbe/9:72). Ama buna karşı Kuran’daki cennet, erkeklerin cenneti olarak gözükmektedir (Bkz. s. 48.)

Kutsal Kitap’a gelince durum çok farklıdır. Tanrı insanı yarattığı zaman, “kendi suretinda yarattı, onu Allah’ın suretinde yarattı; onları erkek ve dişi olarak yarattı” (Tekvin 1:27). Yani erkek kadar kadın da Tanrı’nın benzeyişine göre yaratıldı. Kadın erkekle aynı yüce değere sahiptir. Onları mübarek kılarak, ikisine hitap ederek Tanrı şöyle buyurdu: “Semereli olun, ve çoğalın, ve yeryüzünü doldurun, ve onu tabi kılın; …ve yeryüzü üzerinde hareket eden her canlı şeye hâkim olun” (Tekvin 1:28). Dünyayı birlikte yönetmek için yaratıldı. Kadın, erkeğin kölesi olarak değil, onun eşi olarak yaratıldı.Onun en değerli arkadaşı, her konudaki paydaşı olmak ve kocasıyla gerçek ruhsal birlik içinde Tanrı’ya hizmet etmek üzere yaratıldı. Kadınlar kocalarıyla “yaşam lütfunun ortak mirasçılarıdır” (I. Petrus 3:8). Rab İsraillileri boşanma konusunda şöyle azarlardı:

“Gençliğinin karısı ile senin aranda RAB şahit oldu, o kadın ki, senin arkadaşın ve kendisiyle ahdettiğin kadın olduğu halde sen ona hainlik ettin.” (Malaki 2:14)

2) EVLİLİK

Evlilik konusunda apaçık zıtlıklar vardır. İlkin Kutsal Kitap tek eşlilik buyururken Kuran’da çok karılılık (polijini) sistemi verilmektedir. Şu ayetleri karşılaştırın:

“Yaradan, ta başlangıçtan insanları ‘erkek ve dişi olarak yarattı’ ve şöyle dedi: ‘Bu nedenle adam annesini babasını bırakacak, karısına bağlanacak ve ikisi tek bir beden olacaklar.’ Şöyle ki, onlar artık iki değil, tek bedendir. O halde Tanrı’nın birleştirdiğini, insan ayırmasın.” (Tekvin 2:24; Matta 19:5-6)

“Her erkeğin bir karısı, her kadının bir kocası olsun.” (I. Korintliler 7:2)

“Hoşunuza giden başka iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz.” (Kuran: Nisâ/4:3)

Kutsal Kitap, Tanrı’nın insan için asıl planının tek eşlilik olduğunu vurgulamaktadır. Örneğin Süleyman’ın Meselleri’nin şiirsel bir bölümü tek eşliliğin doğruluğu ve güzelliğini şöyle dile getirir:

“Kendi sarnıcından sular,

Ve kendi kuyunun içinden akar sular iç.

Pınarın mubarek olsun,

Ve gençliğinin karısı ile sevin.

Sevimli geyik ve lâtif ceylan gibi,

onun sevgisi ile daima mest ol.

Ve oğlum, niçin yabancı kadınla mest olasın,

Ve bir ecnebi kadını kucaklıyasın?

Çünkü insanın yolları RABBİN gözü önündedir;

Ve onun bütün yollarını tartar.”

(Süleyman’ın Meselleri 5:15-21)

Tevrat’ta başka bir örnek de, tek eşli sevgiyi ve bağlılığı kutlayan “şiirsel” Neşideler Neşidesi bölümüdür. Yeni Antlaşma’da Mesih İnanlıları topluluğunda önder veya görevli olabilmek için “tek karılı” olmak şarttır (Bkz. I. Timoteyus 3:2, 12; Titus 1:6).

3) BOŞANMA

Boşanma olayı da çok çelişkilidir. Kutsal Kitap “karısını cinsel ahlaksızlıktan başka bir nedenle boşayıp başkasıyla evlenen, zina etmiş olur. Kocasını boşayıp başkasıyla evlenen kadın da zina etmiş olur” (Matta 19:9; Markos 10:11-12) diye buyurur. Orada Tanrı, boşanmayla ilgili tutumunu açıklar: “Tek yapmadı mı? Allahı RAB diyor: Ben boşamadan… nefret ederim, orduların RABBİ diyor; bunun için ruhunuzu sakının da hainlik etmeyin” (Malaki 2:16).

Kuran ise erkeklere, boşamaya karar verdikten sonra dört ay beklemeleri gereğinden ve bunu saygıyla yapmaktan başka her hangi bir sınır koymamaktadır (Bkz. Bakara/2:228-232). Yani sonuçta erkek istediği zaman karısını boşayabilir. Fakat kadın boşanma hakkına sahip değildir. Kadınlar ancak ellerinden alınamayacak altın ve değerli şeyleri biriktirerek kendilerini korumaya çalışırlar (Bkz. Bakara/2:229).

4) KARI KOCA İLİŞKİSİ

Bu konuda oldukça büyük bir fark vardır. Kuran, “erkekler kadınlar üzerine hâkimdirler” (Nisâ/4:34) ilkesine dayanarak şöyle buyurur:

Allah Âdem ile Havva’ya: “Birbirinize düşman olarak inin, yeryüzünde bir müddet için yerleşip geçineceksiniz.” (Bakara/2:36)

“Karılar tarlalarınızdır, tarlalarınıza dilediğiniz gibi girin.” (Bakara/2:223)

“Serkeşlik etmelerinden endişelendiğiniz kadınlara öğüt verin, yataklarında onları yalnız bırakın, nihâyet dövün.” (Nisa/4:34)

Kutsal Kitap‘in öğretisine göre ise, evlilikte ne kadın erkekten, ne de erkek kadından bağımsızdır. Daha doğrusu ikisi diğerine aittir.

“Erkek karısına, kadın da kocasına hakkını versin. Kadının bedeni kendine değil, kocasına aittir. Benzer şekilde, erkeğin bedeni kendine değil, karısına aittir.” (I. Korintliler 7:3-4)

Kuran’da da kadının haklarıyla ilgili ayetler bulunur (örneğin Bakara/2:228, v.b.). Herhalde İslam disiplini içinde kadının durumu, İslâmlıktan önceki Arabistan’daki kadının durumuna göre büyük bir aşamadır.18 Ama olay, hak verip vermemenin veya kimin kime ait olduğunun çok ötesine gider. Kutsal Kitap kocalara, her şeyden önce karılarını özverili bir şekilde sevmelerini buyurur. Mesih İnanlılarının bütün ilişkilerinde olduğu gibi örneğimiz ve ölçütümüz İsa Mesih’in yüce sevgisidir. “Birbirinizi sevin. Benim sizi sevdiğim gibi siz de birbirinizi sevin” (Yuhanna 13:34-35; 15:12-14). Mesih’in bizi nasıl sevdiyse ve kendisini bizim için güzel kokulu bir sunu ve kurban olarak nasıl Tanrı’ya sunduysa, işte kocalar da eşlerini öylece sevmeliler. Onlara şöyle seslenir:

“Ey kocalar, Mesih inanlılar topluluğunu nasıl sevip onun uğruna kendini feda ettiyse, siz de karılarınızı öyle sevin. Kocalar karılarını kendi bedenleri gibi sevmelidir. Karısını seven kendini sever. Hiç kimse hiçbir zaman kendi bedeninden nefret etmemiştir. Tersine, onu besler ve kayırır, tıpkı Mesih’in inanlılar topluluğunu besleyip kayırdığı gibi. ‘Bunun için adam annesini babasını bırakacak, karısına bağlanacak ve ikisi tek bir beden olacaklar.’ Her biriniz karısını kendisi gibi sevsin. Kadın da kocasına saygı göstersin.” (Efesliler 5:25-33)

Bununla birlikte Kutsal Kitap’taki düzenin “Mesih’e duyduğunuz saygıdan ötürü birbirinize boyun eğin” ana ilkesi, evlilik alanında da geçerlidir. Bu yüzden karı-kocalara seslenirken Tanrı’nın evlilik için öngördüğü düzen şöyle belirtilir: “Ey kadınlar, Rab’be ait olanlara yaraşır biçimde, kocalarınıza boyun eğin. Ey kocalar, karılarınızı sevin. Onlara sert davranmayın” (Koloseliler 3:18-19). Şunu hatırlamamız gerekir ki Kutsal Kitap’ta yer alan boyun eğmek ve erkek kadının başıdır gibi düzen kavramları hiçbir şekilde Rab katında kadının erkekle eş değerde olduğu gerçeğini değiştirmez. “Artık ne Yahudi ne Grek, ne köle ne özgür, ne erkek ne dişi ayırımı vardır. (Galatyalılar 3:28).

5) EVLENMEYEN KİŞİ

Son bir nokta olarak erkeğin veya kadının bekâr kalıp evlenmemek konusuna bakabiliriz. Bu konuya iki açıdan bakmamız gerekir: 1) Evlenmenin, bekâr kalmaktan daha hayırlı olup olmaması. 2) Erdenliğin, kızlar için önemli olduğu kadar erkekler için de önemli olup olmaması.

1) Hadîslerden birinde Muhammed şöyle konuşmuş:

“Kadını hayırlı yapan şeylerden biri de, erken yaşlarda evlendirilmeleridir.”

Böylece İslam’a göre bir kadının evlenmesinin, onun bâkire kalmasından daha hayırlı olduğu anlaşılır. Kutsal Kitap’a göre ise bir kadının veya bir erkeğin Tanrı’nın Egemenliği uğruna evlenmemesi iyidir (Bkz. Matta 19:11-12; I. Korintliler 7:1, 6-8). Neden? Çünkü…

“Evli olmayan erkek, Rab’bi nasıl hoşnut edeceğini düşünerek Rab’bin işleri için kaygı çeker. Ama evli erkek karısını nasıl hoşnut edeceğini düşünerek dünya işleri için kaygı çeker. Böylece ilgisi ikiye bölünür. Evli olmayan kadın ya da kız hem bedence hem de ruhça kutsal olmak amacıyla Rab’bin işleri için kaygı çeker. Ama evli kadın, kocasını nasıl hoşnut edeceğini düşünerek dünya işleri için kaygı çeker… Dikkatinizi dağıtmadan, Rab’be adanmış olarak ve O’na yaraşır biçimde yaşamanız için… “(I. Korintliler 7:32-35)

Yani evlenmemiş kadın veya erkek eksik değildir. Hatta büyük bir ayrıcalığa sahiptir. Yine de, bu şekilde bekâr kalmayı ancak böyle bir Tanrı vergisine sahip olanlar kabul edebilir. Tabii ki çoğunluk, Tanrı’nın insanlık için uygun gördüğü şekilde evlenecektir. Evliliğe saygı gösterilmelidir (Bkz. İbraniler 13:4).

2) İslam ülkelerinde “erdenlik” öğesinin önemi çok büyüktür. Halbuki evlenmeden cinsel ilişkilere girmemenin önemi yalnız kızlar için gerekli görülür. Öyle ki “bekâret” kelimesi “kızlık” veya “kız oğlan kız” olma durumu anlamına gelir. Muhammed evlilik öğütleri verirken, evleneceği kadında bekâret aranmasını tavsiye etti: “Bâkire kadınlarla evleniniz. Çünkü onlar doğurgandırlar, daha tatlı dilli, dudaklıdırlar. Cinsel ilişkide ve harcamada daha kanâatkârdırlar.”20 Bu açıdan Kuran, cennetlik erkeklere “bâkire”, yani “bakışlarını yalnız erkeklerine çevirmiş, daha önce ne insan ne de cinlerin dokunmuş olduğu eşler” verileceğini söylemektir (Bkz. Vakıa/56:35-38; Rahmân/55:56).

Kutsal Kitap’a göre evlenmeden önce veya evlilik dışında cinsel ilişkilere giren her kadın ve de her erkek günah işlemiştir. Hiç ayrım yoktur. “Tanrı cinsel ahlaksızlıkta bulunan (evlenmeden cinsel ilişkiye girenler) ve zina edenleri (evli olduğu kişiden başkasıyla cinsel ilişkiye girenler) yargılayacak” (İbraniler 13:4). İsa Mesih, zinada yakalanmış bir kadını getirip onun taşlanmasını isteyen erkek din bilginlere şunu söyledi: “Aranızda günahsız olan, ona ilk taşı atsın!” (Yuhanna 8:1-11).

Kutsal Kitap’ın standartları, şartları şöyledir:

“Tanrı’nın isteği şudur: kutsal olmanız, cinsel ahlaksızlıktan kaçınmanız, her birinizin, Tanrı’yı tanımayan uluslar gibi şehvet tutkusunda değil, kutsallık ve saygınlık içinde kendi bedenini denetleyebilmesi… Rab bütün bu suçlardan ötürü insanları cezalandıracaktır. Çünkü Tanrı bizi ahlaksızlıkta değil, kutsallık içinde yaşamaya çağırdı.” (I. Selanikliler 4:3-7)

Hatta iç varlıklarının günahlarıyla ilgili olarak İsa erkeklere şöyle buyurdu, “‘Zina etme’ denildiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, bir kadına bakıp onu arzulayan her adam, zaten yüreğinde o kadınla zina etmiştir” (Matta 5:27-28).

Gördüğümüz gibi diğer konularda olduğu gibi kadının konumu konusunda da Kutsal Kitap ile Kuran arasında büyük ve esaslı çelişkiler vardır. Bundan doğan sonuç, kadınların durumunu çok farklı şekilde belirleyen bu iki bildirinin aynı kaynaktan geldiğini söylemenin mümkün olmamasıdır.

10 – Tarihsel Farklılıklar

Yukarıda incelediğimiz esas kavramsal farklılıklar dışında Kutsal Kitap ile Kuran arasında birçok tarihsel çelişki görülmektedir. Bunların en belirgin olanları ile bulundukları ayetlerin referanslarını aşağıda sıralayacağız:

1. Nuh’un gemisi nereye kondu?

Kutsal Kitap Nuh’un gemisinin Ağrı Dağına konduğunu açıkça ifade eder, halbuki Kuran Nuh’un gemisinin Cudi Dağına konduğunu söyler.

Kutsal Kitap: Tekvin 8:4

Kuran: Hûd/11:44

2. Nuh’un oğlu boğuldu mu?

Kutsal Kitap Nuh’un oğulları olan Sam, Ham ve Yafet’in eşleriyle birlikte gemiye bindiklerini ve tufandan kurtulduklarını bildirir. Fakat Kuran Nuh’un oğullarından birisinin tufanda boğulduğunu ifade eder.

Kutsal Kitap: Tekvin 6:10; 7:7; 8:18; 10:1; I. Petrus 3:20

Kuran: Hûd/11:43-45

3. İbrahim’in babası kimdir?

Kutsal Kitap İbrahim’in babasının Terah olduğunu ifade ederken Kuran onun Azer olduğunu söyler.

Kutsal Kitap: Tekvin 11:26

Kuran: En’am/6:74

4. Musa ve Samiriler

Kutsal Kitap’ta Samirilerin şehrinin Musa’nın ölümünden yüzlerce yıl sonra kurulduğunu ifade ederken Kuran’da Samirilerin Musa zamanında çölde altın ineğe taptıkları yazılır.

Kutsal Kitap: I. Krallar 16:24

Kuran: En’am/20:85, 95

5. Davut’la mı Gideon’la mı?

Kutsal Kitap’a göre Calut (Golyat) Davut’a karşı savaşmıştır. Fakat Kuran Calut’un, Davut’tan birkaç yüzyıl önce yaşamış olan Gideon’la savaşmış olduğunu söyler.

Kutsal Kitap: Hakimler 7:1-7; I. Samuel 17:4, 23, 45-49

Kuran: Bakara/2:249-252

6. Musa’yı evlat edinen Firavun’un karısı mı kızı mıydı?

Kutsal Kitap’a göre Musa’yı nehirden kurtarıp evlat edinen kişi Firavun’un kızıydı. Fakat Kuran’a göre Musa’yı evlat edinen Firavun’un karısıydı.

Kutsal Kitap: Çıkış 2:5-10

Kuran: Kasas/28:8-9

7. İbrahim Yahudi (İbrani, İsrail’li) mi, değil miydi?

Kutsal Kitap, İbrahim’in Yahudi milletinin doğal babası ve Mesih İnanlıları’nın manevi babası olduğunu ifade eder. Fakat Kuran İbrahim’in Yahudi veya Hristiyan olmayıp bir “Müslüman” olduğunu söyler.

Kutsal Kitap: Tekvin 14:13; Çıkış 4:5; Romalılar 4; Gal. 3:29

Kuran: Âl-i İmran/3:67

8. Haman Musa’nın zamanında mı yaşadı?

Kuran Haman’ın Musa zamanında Firavun’un veziri olduğunu ifade eder. Fakat Kutsal Kitap Haman’ın Ester zamanında Ahaşveroş’un (Xerxes olarak bilinir) veziri olduğunu açıkça bildirir. Tarih olarak, Musa ve Firavun M.Ö. 1447-1410 civarında yaşadılar, fakat Ester, Haman ve Ahaşveroş birkaç yüzyıl sonra yaşadılar. Ahaşveroş Pers kralı olarak M.Ö. 486’dan 465’e kadar saltanat sürdü.

Kutsal Kitap: Çıkış 1:11; Ester 1:1; 3:1

Kuran: Kasas/28:1-8, 38

9. İsa hurma ağacının altında mı doğdu?

Kutsal Kitap çok açık bir şekilde Mesih İsa’nın Beytlehem şehrinde doğuduğunu ifade eder. Hatta Tevrat’ın İsa’nın doğuşundan yaklaşık 700 yıl önce kaleme alınan Mika bölümünde de O’nun orada doğacağına dair açık bir önbildiri vardır. Kuran ise, İsa’nın çölde bir hurma ağacın altında doğduğunu söyler.

Kutsal Kitap: Mika 5:2; Luka 2:1-16

Kuran: Meryem/19:23

10. İmran’ın kızı Meryem, Musa’nın ablası mı İsa’nın annesi miydi?

Kutsal Kitap aynı adı paylaşan iki farklı Meryem’den söz eder: (1) Musa’nın ablası Meryem ve (2) İsa’nın annesi Meryem. Bunlar bin yıl kadar farklı tarihlerde yaşadılar. Musa’nın, ağabeyi Harun ve ablası Meryem’in babasının ismi Amram’dı (yani “İmran”). Fakat Kuran, İsa’nın annesi olan Meryem’i İmran’ın kızı ve Harun’un kızkardeşi olarak göstererek bu iki dönemi birleştirmiştir.

Kutsal Kitap: Sayılar 26:59; Luka 2:1-7

Kuran: Meryem/19:28; Tahrîm/66:12; Tâhâ/20:25-30

11. Eşiyle evlenebilmek için bedel olarak yıllarca çalışan Musa mı Yakup muydu?

Kutsal Kitap Yakup’un eşi Rahel’le evlenebilmek için yedi yıl köle gibi çalıştığını söyler. Musa’ya gelince böyle bir şey söz konusu değildir. Ancak onun evlendiği kadın yedi kızkardeşten biriydi. Kuran ise Musa’nın iki kızdan biriyle evlenmek için on senelik bir süreyi doldurduğunu ifade eder.

Kutsal Kitap: Çıkış 2:16-22; Tekvin 29:18

Kuran: Kasas/28:22-29

Bunların dışında başka birçok tarihsel çelişkiler daha verilebilir. Fakat bu örnekleri, Kuran’ın, daha esaslı açılardan olduğu gibi, tarihsel ayrıntılar açısından da kendisinden önce gelen Kutsal Kitap’ta kaydedilen gerçeklerle uyuşmadığını kanıtlamak amacıyla sunuyoruz.

Özet

Kutsal Kitap ile Kuran arasındaki farklılıkları ayrıntılı bir şekilde çalışmak için tam bir kitap bile yetmez. Bu bölümde sadece en esaslı çelişkileri kısaca ortaya koymaya çalıştık.

Son olarak bir özet yerinde olur. Arap kökenli yazar Adel-th Khoury gayet nesnel bir şekilde Hristiyanlığı ve İslamiyeti kendi kaynak kitaplarını karşılaştırıp, şu kapsamlı özeti yaptı:

[Kutsal Kitap’a göre] Tanrı, insanı kendi benzeyişinde ve suretinde yarattı ve yaradılışta Kendi etkinliğinin izlerinin rastlanmasına izin veriyor. Ama Tanrı her şeyden önce, Kendini insanlara açıklayan ve iç yaşamını örten perdeyi çekmeye karar veren Baba’dır. Son ve tam Vahiy, bedene bürünen Tanrısal Söz (Kellamullah) olarak geldi. Bu Söz, İsa Mesih ve Tanrı’nın Oğlu’dur. Baba da insanları kurtarmaya ve Mesih’teki lütuf aracılığıyla onları Tanrı çocukları saygınlığına yüceltmeye karar vermiş bulunuyor. Bu sayede yaşamlarına, uygun bir düzen de sağlamıştır. Vahiy, insanların Tanrı’nın ev halkı düzeyine yüceltildiklerine dair ipuçları veriyor.

İslam’a göre ise Tanrı, mutlak deneyüstülüğün ve gizemin ta kendisidir. İç yaşamına kimse giremez. Vahiy, Tanrı’nın özü ve varlığı ile ilgili şahsi bir açıklama kesinlikle değildir, yalnız okunan bir duyurudur, bir Kuran’dır. Tanrı insanlara, Kendi özgür iradesi ve yetkisiyle beyan ettiği buyrukları bildirir. İnsanın, Tanrı’nın iradesine mutlak bir şekilde teslim olmakla bekleyebileceği tek şey, Tanrı’nın tahmin edilemeyen merhametine kavuşmak ve sadık kulları arasında sayılmaktır. Bu nedenle Tanrı’nın bedene büründüğü düşüncesi İslam mantığına tamamen aykırıdır. Aynı şekilde birinin ölümü sayesinde başkalarının kurtuluşundan ve insanların Tanrı çocukları sayılmasından söz etmek boş laflar içinde kaybolmaktır. Tanrı’yla yarattığı insan arasında hiçbir yönden benzerlik yoktur. Bu nedenle insan Tanrı’nın ev halkı seviyesine asla erişemez.21

Böylece birçok yönden, ama başta Kutsal Kitap’ta açıklanan Tanrı’nın bazı esas nitelikleri ve insan için planladıkları açısından Kuran’ın, daha önce gelen Kutsal Yazılar’a uymadığına kanaat getiriyoruz.

Sonuç

Artık bu araştırmanın önemini görebiliriz. Bulundukları iddialara göre ya Kutsal Kitap ya da Kuran Allah’ın Sözü’dür. Ama ikisi birden doğru olamaz. Bu gerçeği iyice anlayan Sayın Ahmet Deedat, Edip Yüksel ve daha birçok Müslüman yazarlar, bu nedenle Kutsal Kitap’a yoğun bir şekilde saldırıyorlar. Eğer Kutsal Kitap gerçekten doğru olup Tanrı’nın değişmez kurtuluş Sözü ise o zaman Kuran’a yer kalmaz. Bu da işlerine gelmez.

Dilerseniz bu yazarların iddialarının ne kadar temelsiz ve zayıf olduklarını görelim…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir